Protesto Etmek Yerine Beyin Göçünü Engellemek Gerekir!
Yerli malı kullanalım, ABD mallarını boykot edelim diyoruz. Ancak daha vahim bir durum var: ABD’ye her yıl binlerce beyin göçü vermekteyiz. Çok sayıda başarılı öğrencimiz ABD’deki üniversitelere lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimine gitmektedir. Maalesef giden öğrencilerden üstün başarı gösteren önemli bir kısmı cazip iş teklifleri alıp orada kalmaktadır. Oysa ülkemizin kıt kaynakları ile yetiştirilen nitelikli insanımıza sahip çıkmak zorundayız. Bu konuda atılması gereken adımlar neler? Kimlere, hangi görevler düşüyor?
Hiçbirimizin aklına bir gün ABD ile Türkiye’nin bu denli birbirine ters düşeceği gelmezdi. Stratejik ortak, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı çok fazla bedel ödemiş, eğitimi, güvenliği, sanayileşmesi, ekonomisi ABD’nin kontrolüne verilmiş NATO’nun ikinci büyük ordusu Türkiye, bugün ABD ile ciddi bir şekilde ters düşmüş durumda. Soğuk savaş döneminin politikaları gereği ülkemizin binlerce genci sağcı ve solcu diye birbirine kırdırıldı. Sonuçta ülkemizin 1920’li yıllarda kazandığı bağımsızlıkçı yapısı ve muasır medeniyetler seviyesine çıkma hedefi yavaşlatıldı. Soğuk savaşın ülkemize verdiği zarar ve bugün ABD ile beklenmedik bu çelişkili restleşmenin temelleri ve dinamiği çok yönlü olarak tartışmaya değer bir konu.
İleride uluslararası ilişkilerde derslerin de konusu olacak önemde gibi duruyor. Aslında soğuk savaşın bitmesi, tek kutuplu dünya derken iletişim teknolojileri çağının yarattığı etki ile Çin ve Rusya’nın yeniden ekonomik güç olması, sürekli yaşanan ve bir türlü geçmeyen küresel krizler, Afrika ve Asya’da artan nüfus ve giderek yoksullaşan milyonlar, Ortadoğu’da Arap baharı adı altında estirilen ve bölgeye dayatılan “Ilımlı İslam” projesi, yaşanan iç çatışmalar, Avrupa’nın aydınlanmacı yapısından uzaklaşması ve giderek daha içine kapanık ve milliyetçi-ırkçı söylemlere yönelmesi dünya genelinde ciddi bir dizi sorun oluşturdu. ABD eksenli kapitalist üretim ilişkileri ve alt yapısının yaratığı ekonomik krizlerin etkisi ile eskisi kadar güçlü olmayan ABD’yi, bu durum dünyaya baskı yapmaya itmiş gözüküyor.
Uzun zamandır Ortadoğu’da ABD’nin uyguladığı savaş politikaları ile uyuşmayan bir dizi sorun ve 1 Mart tezkeresi derken, Suriye konusunda da iyice birbirimize ters düştük. Konunun yalnızca Başkan Trump’ın tek başına aldığı bir karar olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin Avrupa Birliği, Çin, Rusya, Kuzey Kore’den sonra Türkiye gibi sadık bir müttefikine bile yaptırım yapmaya kalkması ve hem de bir papazı bahane ederek ülkemiz ile papaz olması bir bütünün parçası olsa gerek. Tam da Türkiye’nin ekonomik olarak dış borçları ve cari açık sorunu yaşadığı zayıf bir anında Türkiye’ye yüklenilmesi sürecinde TL karşısında dolardaki yükseliş, tabiri caiz ise işin tadı tuzunu kaçırdı.
Yaşanan ekonomik sorunların nedeni konusunda bazı çevreler özellikle medyadaki bazı kalemler durumu ABD’nin ülkemize uyguladığı vergi artışları ile ilişkilendirmeyi benimsediler ve sorunu sanki tek başına ABD ile yaşanan çelişkiden kaynaklanıyor noktasına indirgemeye çalıştılar. Bu durum bir anda Amerikan malların boykot edilmesini gündeme getirdi. Kimi Iphone telefonunu kırarak, kimi dolar yırtarak Amerika’ya karşı tavır sergilemeye kalktı. Aslında geçmişten beri Türk toplumunun ABD karşıtlığı biliniyor ancak bu defa iyice sertleşen bir olguya dönüştü. Vatandaşımızın benzer şekilde geçmişte İtalya, Fransa, Hollanda, Rusya ve Almanya ile yaşadığımız sorunlar nedeniyle de bir anda malları boykot etme eğilimi öne çıkmıştı. Ancak bu arada bütün bu gerginliklere rağmen Türkiye’deki ABD üsleri açık, Amerikan menşeli hamburgercilerin önü tıklım tıklım dolu, bakkallarda Coca-Cola satışı devam ediyor herkes Amerikan mallarını almaya devam ediyor ve de tüketiyor. Bu arada askerlerimiz Suriye’de ABD’li askerler ile ortak devriye görevi gördüğü yetkililer tarafından açıklanıyor. Bunların hepsi kendi içinde çelişki oluşturuyor.
Türkiye’ye Sahip Çıkmak ve Güçlü Kılmak Zorundayız
Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik sorunları görmek ve ABD’nin ülkemize verebileceği olası her türlü zararın telafisinin kolay bir şekilde olmayacağını anlamamız ve görmemiz gerekir. Bu aşmada Türkiye’nin gelişimine zarar verecek bütün çabaları boşa çıkarmak için bütünlüklü bir anlayışa sahip olmak zorundayız. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlar artık bir hükümet sorunu değil bir bütün olarak ülkenin geleceğimiz sorunu olduğunu görmemiz gerekir. Gördükten sonra yalnızca basit ve kısıtlı etkisi olan önlemlerle değil daha temel ve uzun sürede ülkemizi kendi kendini her alanda sürdürülebilir düzeye çıkaracak önlemler almamız gerekiyor.
Yerli Malı Kullanmak ve ABD Mallarını Boykot Etmek, Etkili ve Yeterli Olmayabilir
Ekonomik sorunlar gündeme gelince hemen akla yerli malı kullanımı gelmektedir. Çoğumuzun yaşam pratiğinde yeme, içme, giyinme ve ekipman kullanımında dikkatli olduğumuz bilinir. Artık küçülen dünyada ve ürünlerin çeşitliliğin arttığı beslenme sepetinde yerli malı yanında başka ülkelerden ürünleri tercih eden olabilir. Ancak küresel dünyada artık bir ülkenin mallarını boykot ederek o ülkeyi zayıflatmak veya zora sokmak sürdürülebilir değildir. Bunun pratikte de hiçbir karşılığının olmadığı daha önce, İtalya, Fransa, Almanya ve Rusya’ya karşı yürütülen boykot denemelerinde de görülmüştü. Kaldı ki bugünlerde Almanya ve Fransa, Türkiye’nin yaşayabileceği bir ekonomik sorunun başta Ortadoğu ve Avrupa olmak üzere ciddi sorunlar oluşturacağını düşünerek Türkiye’ye yardım etmeyi önermektedir.
Yukarıda belirtildiği gibi birçok alanda halen ABD ile ilişkiler zorunlu olarak en üst düzeyde kararlı bir şekilde devam etmektedir. Bugün her iki taraf birbiri ile ilişkileri kesmek istese de en başta Türkiye olarak biz kolay kopamayız. Askeri sistemimiz, serbest piyasa kurallarının getirdiği alt yapı her şeyden önce iletişim çağının bütün teknolojik yazılımlarının kodları ve bağlantıları bizi belirli konularda temkinli davranmaya itmektedir. Bu bağlamda atacağımız adımları dikkatli ve yarını düşünerek atmakta fayda var. ABD’de Türkiye’nin jeopolitik önemini bilen çok sayıda insan bu tür konularda ABD ve diğer ülkelere olumlu önerilerde bulunmaktadır.
Malları Boykot Yerine, Beyin Göçünü Engelleyelim
Ülkemiz insanı bir tarafta yerli malı kullanalım, ABD mallarını boykot edelim derken her yıl ülkemizden ABD’ye binlerce beyin göçü vermekteyiz. Her yıl bu dönemlerde üzülerek izlediğimiz bir konuda çoğunlukla çok sayıda başarılı öğrencimizin ABD’deki üniversitelere lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimine gitmeleridir. Maalesef giden öğrencilerden üstün başarı gösteren önemli bir kısmı oralarda iş teklifi alıp çalışmakta ve ülkelerine dönmemektedirler. Ülkemizin kıt kaynakları ile yetiştirilen nitelikli insanımızı ABD’nin ekonomisine hizmet etmek için yurt dışına çıkışına engel olacak ortamı maalesef yaratamıyoruz. Bu bağlamda çok ciddi bir çelişki yaşıyoruz. Ülkemizin sınırlı sayıdaki parlak beyni her yıl ABD’ye gider ve çoğu da oralarda iş bulur ve bir daha da yurduna dönmez.
Son yıllarda üzülerek tanıklık ettiğim kadarıyla çok sayıda kişi yaşanan sosyal ve ekonomik sorunlardan dolayı umudunu kesmişçesine yurt dışında kendilerine bir gelecek arıyor.
Çok Sayda Kişi Umudunu ve Geleceğini Yurt Dışında Aramaktadır
En son Türkiye İstatistik Kurumu ( TÜİK ) verilerine göre 2017 yılında 250 bin kişi Türkiye’yi terk etti. Göç edenlerin çoğunluğu da 19- 25 yaş aralığındaki gençlerden oluşuyormuş. Muhtemeldir ki göç edenlerin büyük çoğunluğu hali vakti ve eğitim düzeyi iyi olan ailelerdir. İki kez ABD’de üniversitelerde üçer ve altışar ay gibi sürelerde araştırmacı olarak bulundum. Orada gördüğüm ve ülkem adına üzüldüğüm en önemli konu çok sayıda Türkiye doktoralı bilim insanımızın oralarda herhangi bir işte çalıştığını görmekti. Ülkemiz için ciddi kayıp olarak analiz ettiğim için aldığım iş tekliflerini de geride bıraktım.
Bu şekilde çok sayıda nitelikli öğrencimizin beyin göçüne uğrayarak geleceğini başta ABD olmak üzere yurt dışında görmesi ciddi bir konu. Bunun engellenmesi ülkemiz için daha hayırlı olacaktır. Maalesef üzülerek görüyorum ki bu göçü ve onun ülkemize vereceği olası olumsuz etkileri bugün değil yarın anlayacağız. Türkiye’nin bu konuda ciddi bir tersine beyin göçü ve beyin dolaşımı politikası ve projesi oluşturması gerekir. Nitelikli insanının Türkiye’de kalmasını sağlayacak ortam ve koşulları hazırlaması gerekir. İbn-i Sina’nın belirttiği gibi “bilim takdir edilmediği yerden göçer gider”. Buna rağmen ülkesinde kalmayı ve yararlı olmayı benimseyen çok sayıda vatansever insanımız var. Çoğumuz oralarda iş teklifleri almamıza rağmen ülkemize gelmeyi ülkemizde yararlı olmayı tercih ettik. Karşılığı olmayan tüketim mallarının boykotlar yerine bilim insanımızın yurt dışına gidişini nasıl engelleyeceğimizi düşünmek zorundayız. Boykot için harcanacak zamanı bilimsel olarak daha çok üretmek ve bilime dayalı bir ekonomik gelişmişliğe sahip bir ülke olmak için ne yapabileceğimizi düşünmek için kullanmalıyız.
Ne Yapmalı?
Ülke olarak güçlü olacak ve bu zorlu Anadolu coğrafyasında kendi göbeğimizi kendimiz keseceksek, yapacağımız ev ödevlerimizi yapalım ve başkasının telkinleri, twitleri ve şantajları ile ekonomimiz sarsılmasın. Ekonomi alanında ne yapılabilir bilmiyorum, konunun uzmanı çok sayıda bilim insanı ve ekonomiden anlayan kişiler basında yer buldukça önlemleri ve önerilerini açıklıyorlar.
Benim çok acilen yapılmasını gördüğüm öneriler ise şöyle;
1) -Liyakate dayalı bir çalışma yapılanmasına gitmek zorundayız. Her alanda konusuna hâkim insanlar sınavla devlet organlarında veya özelde işin başında olmalı.
2) -Ulusal bilim politikası oluşturulmalı, buna bağlı olarak üniversiteler özerkleşmeli ve ülkenin sorunları özgürce tartışılmalı.
3) -Milli Eğitim’in bir bütün olarak amacı, misyonu ve vizyonu yeniden bilimsel esaslara göre belirlenmelidir. Yeni bakanımız sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk eğitim politikaları konusunda hepimizden daha yetkin ve konuya hâkim kişi olduğu için ne yapılması gerektiğinin kendilerinden daha iyisini bilemem.
4) -Bilim ve teknolojide kendi markamızı yaratana kadar, yeniden tarımsal üretime önem verilmeli ve tarıma dayalı kalkınma ve sanayileşme acilen gıda güvenliği için öncelikli konu olmalı.
5) -Tarım, toprak ve genetik materyallerin korunması ve nitelikli üretime yönlendirilmesi ülkenin ihtiyacı olan besin kaynaklarının yerinde sağlanması için öncelik oluşturuyor.
6) -Mutlaka ülkenin sorunlarının tartışılabildiği bir olağan demokratik ortama geçilmeli ve ülkenin sorunları hayatın her alanında sokakta, evde, okulda ve iş yerinde özgürce tartışılmalı, eleştirilmeli ve her düşünce, öneri ve katkılar dikkate alınmalıdır.
7) -Geniş tabanlı ve ülkemizdeki yurttaşların benimseyeceği çağına uygun demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.
8) -Dünya devletleri ile “yurtta barış, dünyada barış anlayışı” ile karşılıklı eşitlik ve saygı ilkeleri çerçevesinde iş birliktelikleri ekseninde ticari ve kültürel ilişkiler başlatılmalıdır.
Mutlaka önerilecek daha çok konu vardır. Her birimiz ülkemizin bu zorlu döneminde memleket meseleleri konusunda ne biliyorsak ne yapacaksak katkımızı ortaya koyalım. Ancak bir daha böyle durumla karşılaşmamak için uzun erimli bilime ve teknolojiye dayalı kalkınma modelleri alınmalıdır. Bacon’un “Bilim güçtür” ilkesi ile her sorunumuzu bilimin yol göstericiliğinde yürütmek zorundayız. Kuantum teknolojisinin geleceğinin konuşulduğu dünyamızda ekonomik ve sosyal sorunlarımızın çözümü konusunda bilimin yol göstericiliği dışında hiçbir şansımız yok. Bilimi, kuantum teknolojisini yaratacak olan gücü (parlak beyinleri) elimizden kaçırmamamız gerekir. Son ÖSYM ve liselere geçiş sınav sonuçları eğitimimiz ne denli sorunlu olduğunu ve bu eğitim kalitesi ile ülkeyi ileriye taşıyamayacağımızı gösteriyor. İçimizdeki iyileri de ülkemizde tutacak uygun yaşam ve kendini ifade etme ortamı yaratamazsak korkarım ki ekonomimiz de, sağlıklı geleceğimiz de daha zorlu olacaktır. Yarından tezi yok, bugün yaşadığımız sorunların üstesinden el-birliği nasıl geliriz’i düşünmek ve çözüm yolları üretmek zorundayız. Sorun para ise bulunur. Bence sorun para bulmak değil tersinden nitelikli insan potansiyelinin ülke hizmetinde değerlendirilmemesinde yatıyor. Bu ülkenin insan potansiyeli ve alt yapısı, sorunu çözebilecek kapasitedir. Yeter ki iyi bir insan kaynakları optimizasyonu sağlayalım. Liyakat sahibi iyi bilim insanlarımızı beyin göçüne vermeyelim. Yeter ki üniversitemize, bilim insanımıza ve liyakatli insanımıza güvenelim. Yeter ki kimseyi ötekileştirmeyelim. Yeniden yaşanılabilir bir ülke için top yekun bir paradigma yaratmak zorundayız. Eminim ki ülkesini seven her aklıselim insan ülkemizin geleceği için bu toprakların binlerce yıllık tarihi sorumluluğunu da omuzlarında his ederek muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız için elinden geleni yapacaktır.