BİLİM, AZİZ SANCAR VE ARKADAŞIM ÖZTÜRK

Ramazan Bakkal

Bilim-Teknoloji İçin İstanbul Çalışma Grubu Başkanı

Prof. Dr. Mehmet Öztürk ismi bugüne kadar belki de dikkatinizi çekmedi. Şimdilerde Dokuz Eylül üniversitesi İzmir Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü’ne hoca. Araştırmacı, bilim insanı. Aziz Sancar hocamızın aziz dostu. Öğünmek gibi olmasın benim de (1966-1970) Leyli Meccani okuduğumuz Yenişehir Sağlık Koleji Çevre Sağlığı bölümünde dört yıl aynı sınıfı, aynı yemekhaneyi, aynı yatakhaneyi paylaştığım sınıf arkadaşım.

Ben Gazi Eğitim Fransızca’yı hem çalışıp hem okurken o da işte çalışın bir yandan Eczacılık okuyanlardan. Askere gidince Öztürk’le irtibatımız kesildi. Fransa’da dediler. Yıllar geçti Amerika’da dediler ve bir gün duydum ki Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nün kurucu başkanı olmuş. Bir akşam yemeğinde buluşup yılların muhasebesini yaptık. 3 yıl önce Yurt Dışı bilim İnsanları kurultayında karşılaştık. İzmir’e geçmişti. Derken bir sabah haberlerde gördüm ki Aziz Sancar hoca Nobel ödülü alacağı törene Türkiye’den davet etme hakkını Mehmet Öztürk ve eşi Elife hanım için kullanmış. Onları ailece bu törende görmekten sevinç duydum. Ve 15 gün kadar önce İTÜ Maçka binasındaki TÜBA (Türkiye Bilimler akademisi) seminerinde Kasım 2015 sayılı GÜNCE dergisini elime tutuşturdular. Baktım sınıf arkadaşım Mehmet Öztürk, Aziz Sancar hocayı yazmış. Dostlar alışverişte görsün diye değil, hakiki çehresiyle bir bilim insanını anlatmış. Sonra Öztürk’ün Aziz hocayı anlattığı şu bağlantıyı buldum www.ibg.deu.edu.tr/ Burada iki saat 5 dakika 52 saniye süren “Aziz Sancar Nobel konuşması” videosunu seyrettim. Sevindim, ders aldım. Düşündüm.  Eğer doğru yönlendirilir, uygun ortam bulunursa zoru başarmak mümkün imiş. Aziz hocayı bu zorlu işe kimse yönlendirmemiş. Kendi tercihi. Tercihlerimizi bilimden yana kullanabilsek coğrafyamız iniltilerin, gözyaşlarının değil, huzurun, mutluluğun diyarı olacaktır.  Aziz Sancar hocamız bunu bize gösterdi. Mehmet Öztürk hoca da benzer bir çalışma içinde. İnsanlığa hizmet yolunda ilerliyor.  Arkadaşımı arayıp tebrik ettim. Bu güzelliği sizlerle paylaşmak istedim. İşte O’nun makalesi:

AZİZ SANCAR: BİLİME ADANMIŞ BİR HAYATIN PORTRESİ

Mehmet Öztürk / Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü

 Aziz Sancar 1946 yılında Mardin’in Savur kasabasında doğdu. Altmış dokuz yıllık hayatının ilk 28 yılı Türkiye’de geçti. 7 Ekim 2015’de bir gece yarısı telefonuyla Nobel Kimya Ödülü‘ne layık görüldüğü haberini aldı.  Tamamı ABD’de geçen kırk bir yıllık bilim hayatının neredeyse her günü bilimle iç içe geçti. Çok zorda kalmadıkça, bu yoğun bilim hayatından uzaklaşmadı. Hayatı boyunca sinemaya, tiyatroya gitmedi. Bu sıra dışı bilim adamının bilim dışı tek uğraşısı Türk, Fransız ve Rus klasiklerini okumak oldu.

Bir çiftçi ailenin 10 çocuğundan birisi olarak Dünya’ya gelmişti. “Ailem fakir sayılmazdı” dese de, orta ikinci sınıfa kadar, yazları giyebileceği ayakkabısı yoktu, çıplak ayakla dolaşırdı. Okuma-yazma bilmeyen anne-babasının tek önceliği çocuklarını okutmaktı.

İlginizi Çekebilir:Matematik ve Sonsuz Uzaylar

Üniversite hayatı ders çalışmakla geçti. Öyle ki, 1969 yılında fakülteyi birincilikle bitirdi ama, İstanbul’u hiç tanıyamamıştı. Mezun olduktan sonra Topkapı Sarayı’nı gezmeye heveslendi; bindiği otobüs onu Topkapı Otobüs Garajına götürdü!

TÜBİTAK bursuyla John Hopkins Üniversitesine gitti Ancak, Amerikan sosyal yaşamına uyum sağlayamadı ve geri döndü. Türkiye’de iki yıl daha hekim olarak çalıştı, ama duramadı, ABD’ye geri döndü.

1974 yılında, 28 yaşında Texas Dallas Üniversitesinde Stanley Rupert‘in laboratuvarında doktora eğitimine başladı. Ama parasızdı. Ev tutamadığı için çalıştığı laboratuvarda yatıp-kalkıyordu. Ta ki, bir gece yangın hortumuyla banyo alırken güvenlik görevlisine yakalanıncaya kadar. Araştırma konusu olarak, Fotoliyaz adlı bir bakteri enziminin DNA onarımındaki mekanizmasını  çözmeyi seçmişti. Ülkücü bir Türk olarak kendisine çok güveniyordu. Ancak, araştırmacılığa göreceli olarak geç bir yaşta başladığı için, teknik yönden çok zayıftı ve bu eksikliğini basit olarak kurguladığı deneylerle kapatmaya çalışıyordu. Ama bu basit deneyler hep başarısızlıkla sonuçlanıyordu. İnatçıydı, geri adım atmadı. Kendisine “Senin deneysel araştırma için yeteneğin yok, ama galiba iyi bir hekimsin. Neden gidip hekimlik yapmıyorsun?” diyen doktora arkadaşına, “Fotoliyazın mekanizmasını çözebilmek için sağ kolunu vermeye razı olduğunu” söylemişti. Uzun uğraşlar sonucu Fotoliyaz genini klonladı. Gerisini getiremeden doktora hocası yeterliliğini verdi ve 1977’de mezun oldu. Fotoliyaz enzimi çalışmalarına 1983 e kadar ara verdi. Mekanizmayı ancak 1986’da çözebildi.

Aziz Sancar’a Nobel ödülü kazandıran nükleotid çıkarımlı DNA onarımın mekanizması ile ilgili çalışmaları da, kötü koşullarda başladı. Kendisi de bir araştırmacı olan nişanlısı Gwendolyn Boles‘un peşinden giderek, New York‘ta bir iş bulması gerekiyordu. Üç laboratuvara başvurdu ama kabul edilmedi. Sonunda New York‘a yakın bir şehir olan Connecticut‘taki Yale Üniversitesi‘nde Dean Rupp‘ı razı etti. Ancak Rupp’ın doktora sonrası bir araştırmacı için parası yoktu. Aziz Sancar kendisine teklif edilen teknisyen kadrosuna razı oldu ve iki yıl içinde nükleotid çıkarımlı onarımı sağlayan genlerini klonladı. İlgili proteinleri saflaştırıp, mekanizmayı çözdü. 28 yaşına başladığı bilim hayatının dokuzuncu yılında, yani 37 yaşında, kendisine 32 yıl sonra Nobel Ödülü getirecek olan başarıyı yakalamıştı.

Bilimsel kariyerinin başında kendisini çok uğraştıran Fotoliyaz enzimi sayesinde, Aziz Sancar yaklaşık olarak 24 saatlik (circadian) bir tempo ile çalışan günlük biyolojik saatin en önemli yapıtaşlarından birisini, kriptokromu keşfetti. Bakteride Fotoliyazı kodlayan genin, insan gibi memeli hayvanlarda iki benzeri (ortolog) bulundu. Ancak bu genlerin kodladığı proteinler, DNA onarımını gerçekleştiremiyordu.  Enzimin mavi ışıkla çalışması ilkesinden yola çıkarak, Aziz Sancar, Fotoliyaz ortologlarının, memeli hayvanlarda mekanizmasında ışık olan başka bir işlevi olması gerektiğini düşündü. Sancar, bu işlevin ne olabileceği konusundaki hipotezini, 1995 yılında Türkiye’ye yaptığı bir uçak seyahatinde jetlag konusunda yazılmış bir popüler bilim yazısına bağlar: Günlük biyolojik saatimizin her sabah güneş ışığıyla yeniden ayarlandığı biliniyordu. Fotoliyaz ortologları memeli hayvanlarda bu işi yapıyor olabilirlerdi. Farede bulunan iki Fotoliyaz ortoloğunu işlevsiz hale getirdi ve hayvanların biyolojik saatinin tamamen bozulduğunu gösterdi. Kriptokrom 1 ve Kriptokrom 2 adını verdiği bu proteinler, bugün günlük biyolojik saati düzenleyen sistemin esasını oluşturan dört ana unsurdan birisi olarak bilim tarihinde yerini aldılar. Görünüşe göre, bu proteinler biyolojik saatteki görevleri için mavi ışığa ihtiyaç duymasalar da, kriptokromların yeryüzündeki hayat için çok kritik bir öneme sahip olduğunu kimse inkar etmiyor.

Her bilim insanının tek amacı bilinmeyeni öğrenmek, saklı olanı açığa çıkarmak, hayatı ve evreni düzenleyen kuralları tanımlayabilmektir. Bu tanımlamaların tekrarlanabilir kanıtlara dayanması, bu kanıtların bilim dünyasında kabul görmesi esastır.

Aziz Sancar, bilimsel toplantılarda görünmeyi zaman kaybı olarak gören, kendisini bilime öylesine adamış bir kişidir.  Haftanın her günü  sabah yediden itibaren ofisindedir. Öğle öğünü almayan Sancar, genellikle gece on bire kadar laboratuvardan ayrılmaz. Haftanın her günü işe gelir. Sadece yarım gününü aile yakınlarına ayırmıştır. Yılda iki hafta izin kullanır ve Türkiye’deki ailesini ziyaret eder.
Aziz Sancar’ın en öne çıkan özelliği mütevazılığıdır. Alçak gönüllü havası, giyimine-kuşamına, konuşmasına, öğrencileri ve diğer araştırmacılara olan davranışına, bilime olan katkılarını anlatış biçimine yansır. Boş konuşanı, dalkavukları sevmez, kendini öven bilimcilere değer vermez. Kendi alçak  gönüllülüğünü başkalarında da arar.

Azim deyince aklıma ilk gelen kişi Aziz Sancar’dır. Kendisini Savur’un tozlu sokaklarından Stockholm Konser Salonu’na götüren en önemli özelliğinin- zekasını bir yana bırakırsak- azmi olduğunu söyleyebilirim. Hipotezini kurduktan sonra, onu doğrulayan ya da yanlışlayan sonuca varıncaya kadar denemekten yılmaz. Öğrencilerinden de bunu ister. Asla pes etmek yok.

Adanmışlık Aziz Sancar’a yakıştırılabilecek bir diğer özelliktir. İnandığı yola kendini adamak nedir, bunu en iyi onda görebiliriz. Yoğun ve akıl almaz koşullarda geçen hayatı, bilime adanmışlığın en çarpıcı örneğidir.  Bilim adına hayatın bir çok yönünden vaz geçen bir kişiliktir karşımızdaki. Bir gazeteci ile sohbetinde “kızlar beni hep terk etti” diyor Aziz Sancar. Laboratuvarda çalışırken tanışıp evlendiği, şimdi aynı üniversitede profesör olan Gwen Sancar onu terk etmeyen tek “kız” ise, bu hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü, Gwen Sancar, eşinin kendini adadığı alanda yer almayı tercih etmiştir.

Aziz Sancar vefalı insandır. Türkiye’ye vefalıdır, çünkü ülkesiyle ilişkisini hiç koparmamıştır. Eşi Gwen’le birlikte Chapell Hill‘de, Türk öğrenci ve araştırmacılarının konaklaması için “Türk Evi”ni kurmuştur. Türk Evi’nde her yıl resmi ve dini bayramlar kutlanır. Ondan fazla Türk öğrenci ve araştırmacı yetiştirmiştir. Nobel Ödülünü Türkiye-ABD kayıtlı olarak almıştır. Atatürk’e vafalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin en iyi eğitim kurumlarında yetiştiğini, bu kurumlar sayesinde bugünkü yerine gelebildiğini söylemektedir. Türk bilimcilerine, dostlarına vefalıdır. Ülkemizde bir çok bilimsel toplantıya katılmış, Araştırma Merkezlerine danışmanlık yapmıştır, yapmaktadır. Türk bilim dostları da Aziz Sancar’a sahip çıkmışlardır.  Kendisine TÜBİTAK ve Koç Vakfı Bilim Ödülleri verilmiştir. Türkiye Bilimler Akademisi üyeliğine seçilmiştir.

Aziz Sancar’ın Nobel Kimya Ödülü’nü gururla ve sevgiyle selamlıyoruz.

 

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Beden ve Ruh
Çocuğunuza bitki çayı verirken dikkat!
Akıllı Telefon İnsanı Yaşamdan Koparıyor Mu?
THE SCIENTIFIC COMPLIANCE OF A CREATOR’S EXISTENCE
Tevhid; Hem Aklî bir İlke Hem de Gözlemsel bir Bilgidir
Beytü’l Hikme
İnsan ve Kainat | © 2017 | Tüm hakları saklıdır.