Bilim, Neden Dini Yok Saymaktadır?

Resim_AyhanKUFLUOGLU-206x300 Bilim, Neden Dini Yok Saymaktadır?

Ayhan Küflüoğlu

Son üç yüzyıla damgasını vuran Modern Bilim; neden, inancı yok saymaktadır? 

Bilimsel bir makale veya kitapta; “Rabbimiz” ve “melek, ahiret, kader, sevk-i İlâhî, ilham, rızık, ni’met, Allah’ın kanunu” gibi kavramlar neden geçmez ve “Bilimsel” kabul edilmez?

Başlıktaki soruyu, şöyle de dizayn edebiliriz: “Bilimsellik Felsefesi” ve sonucu olan “Bilim” ve ürünü olan “Bilimsel Bilgi” ve “Bilimsel Yöntem”; madde ve evrenin tüm sırlarını çözse bile; gene de, neden “Allah”ı bulamaz? Madde ve evrenin, en dibine de ulaşsa; yolu, niçin “Rabbimiz”e çıkmaz?!

Sorumuzun, kamera ve kadrajını biraz değiştirelim: Bilimsel bir makale veya kitapta; “Rabbimiz” ve “melek, ahiret, kader, sevk-i İlâhî, ilham, rızık, ni’met, Allah’ın kanunu” gibi kavramlar neden geçmez ve “Bilimsel” kabul edilmez?

Bunun yerine, neden: “Sebepler yapıyor; neden-sonuç mekanizmasıyla, otomatik olarak ve faile gerek kalmadan, kendi kendine oluyor… İlâhî değil, tabiî… Sevk-i ilâhî ve ilham değil, sevk-i tabiî ve içgüdü… Yaratma değil, oluşum… İlkel zamanlarda, sebep ve mekanizması bilinmediği için; Tanrı’nın fiili ve eseri ve ni’meti olduğuna inanılan ‘yağmur’; burada görüldüğü gibi; doğal mekanizmaların, mümkün ve olağan bir sonucu olup…” gibi “ateist ve deistik” kelime ve ifadeler, “Bilimsel” kabul edilir?

Bilim/sellik”in; Rabbimiz’i, evrendeki herşeyin “fail ve müessiri” olduğunu kabul etmemesini geçtik; “kabul etmemesi” neyse de, bir de, kendine çizdiği yöntem ve sınırları aşarak, “reddetmesi”ni de geçtik; peki, Rabbimiz’i niye “nedenlerden bir neden” olarak bile kabul etmez?

Kitabın ortasından konuşursak: “Bilimsellik Felsefesi” ve ürünü olan “Bilim” ve “Bilimsel Bilgi”nin, ana aksiyom ve temel paradigmaları; neden “Ateist ve Deist”tir? Son üçyüzyıla damgasını vuran Modern Bilim; neden, bu “felsefî inançlar”ın tarafında olup; savunuculuğunu yapmaktadır? Kısaca: “Bilim ve Bilimsellik”; neden “Ateist/Deist ve Materyalist, Determinist ve Natüralist”tir!? Diğer tabirle: Kâfir / Müşrik ve Maddeci, Esbabperest ve Tabiatperesttir!

Meselâ: Neden “Bilim/sellik”; herhangi bir gözlem – ölçüm ve deney sonucunda elde ettiği bilgiyi: “Allah, şöyle yapıyor / yapar… Şöyle inşa ve icad eder… Bütün bu işleyiş; Rabbimiz’in fiili ve eseri ve ni’metidir… Rabbimiz, iradesiyle; Güneş’in dünyaya uzaklığını, şu kadar milyon km. ayarlamış olup; bundan amacı / (gaye nedeni) de şudur… Diğer maddelerin aksine, suyun donunca genleşme ve kütlesinin seyrelerek, hafifleşmesinde; Rabbimiz, şu amaçları irade etmiştir…” şeklinde tasvir ve ifade etmez!

Sonuçta, ortada; canlı – cansız herşeyin, sanki kendi aralarında anlaşmışlar gibi; birbirlerine faydalı olacak şekilde hareket ettiği ve konumlandığı; hikmetli ve ölçülü bir durum var! Bu, birleşik ve senkronize, uyumlu ve hikmetli işlerin; cansız ve bilinçsiz  “madde” veya “atomları”ndan kaynaklandığına ihtimâl vermek, herhâlde mantıksızlık olur!

Yani: Bu durum; “neden – sonuç” ilişkileriyle de, rasyonalize edilemez ve açıklanamaz. Çünkü: “Neden” olarak isimlendirdiğimiz “madde, atom, tabiât, içgüdü, tesadüf, zorunluluk, adaptasyon, mutasyon, fizik kanunu” gibi şeyler de; cansız ve bilinçsiz! Üstelik, bunların bazıları “şey” bile değil! Yani: Bazılarının, zihin dışında, haricî bir karşılıkları bile yok! Parmakla gösterebileceğimiz; dışsal bir somutluk ve gerçeklikleri bile yok!

Yani: “Bilimsellik Felsefesi”nin, gözleyip – ölçtüğü herşeyi, “failsiz / faili yok (ateist)” veya “varsa bile karışmıyor (deist)” gibi ve “Yatay Neden – Sonuç İlişkileriyle” şablonize etmesi, evrende olan hiçbirşeyi çözmüyor ve açıklamıyor! Bilâkis; “ateist ve deist inanç ve inançsızlığına”, evrenden elde ettiği “bilgi”yi alet ediyor. Ve, sanki bu “felsefî inanç/sızlıklar” doğruymuş ve gözlem – ölçümlerle de kanıtlanmış gibi; bu altmesaj ve fon eşliğinde dizayn ettiği “Bilimsel Bilgi” ve tasvirlerle; zihnimize, sahte ve hayalî bir evren tasavvuru inşa ediyor!

Halbuki, en basit bir resmin bile; fail olan “ressam”ı olmadan; “fırçanın hareketleri, boyaların rengi, tuvalin şekli, fırçayı harekete geçiren kuvvetler” gibi gözlem – ölçüm verileriyle; “neden – nasıl”ını çözemeyiz! O resmi, böyle nedenselleyemez; nasıl olduğunu, rasyonalize edemeyiz!

En basit bir “A” harfinin bile; “yazan faili” ve “yazma fiili” olmadan; (çünkü: Eser, fiilsiz ve müessirsiz, fiil de failsiz olmaz) nedensellenme ve rasyonalize edilmesi mümkün değil. Yani: Kendi kendine hareket etmesi mümkün olmayan ve faraza etse bile, kitap yazması mümkün olmayan; o camid “kalem”i hareket ettirip, yazma eylemini gerçekleştiren, bir “yazar” (fail) olmadan; o “A”nın, oraya, “neden” ve “nasıl” yazıldığının, mantıkî açıklaması mümkün değil.

İlginizi Çekebilir:Nitelikli Eleman Yetiştirme Hedefini Neden Yakalayamadık?

Ateist ve Deist olduğu için, Yatay Deterministik Şablonlarla evreni kurgulayan Bilimsellik Felsefesi’nin; “A” harfini; sadece “kalem, kâğıt, mürekkep” gibi neden – sonuç etkileşimleriyle nedensellemesi ve “kalemin, sayfa üzerinde uyguladığı basınç; sayfanın şekli, kalemin açısı, kalemi harekete geçiren kuvvetler, kalemin hızı, sayfanın ısısı” gibi “ölçüm verileriyle” tasvir etmesi; o “A” harfinin “neden” ve “nasıl” yazıldığının açıklaması değildir!

İşte Ateist/Deist Bilim/sellik: “İnanıp – inanmamaya taraf değilim, bunlara nötr ve objektifim, çünkü lâik ve sekülerim” şeklinde iddialar ve bu “soft ateist” kavramlarla; zihnimize böyle “inkâr ve şirk virüsleri” zerkediyor! Hem de bunu; basit bir “A harfi” veya “sahte ve cansız bir resim” üzerinden değil; o resmin canlı ve hakikisi olan ve her bir “atom harfi”nde bile ayrı bir kitap yazılmış olup; üstelik çok boyutlu ve hareketli olan ve üstelik ân be ân yeniden yazılan / yazılmaya devam eden; “Kâinat Kitabı” için yapıyor! Yani: Bilimsellik Felsefesi; basit ve cansız bir resmin bile, “fail ve ressamı” olmamasını mümkün görmezken; o resmin hakikisi olan “evren” için, failsizliği mümkün ve hattâ vaki görüyor!

İşte Bilim/sellik’in, büyüklere anlattığı “evren masalları” bu türdendir! Bu “sihirli evrende”; “rüzgârın etkisiyle kendi kendine havalanan testere ve kesilen ağaçlar; uçan çekiç – çivilerle, imâl edilen masa ve sandalyeler; rüzgâr kuvvetiyle (isterseniz siz buna “kütleçekim kuvveti” deyin farketmez) kendi kendine havada dönen büyük topaç – gezegenler” vardır!

Elhasıl: Bilim’in; bu çeşit “Deterministik Kalıplar”la inşa ettiği “Bilimsel Bilgi”nin; güya, “evrendeki işleyişi açıkladığı ve neden – nasılını çözdüğü”; tamamen bir ilüzyon ve bir yanılsamadan ibarettir!

Devam edelim: Meselâ, neden şu ifadeler, “Bilimsel ve objektif” kabul edilmez: “Rabbimiz, ‘Hafizîyyet Kanunu’yla; ağaç ve meyveleri, kabukla; vücudumuzu deriyle; hücrelerimizi zarla, beynimizi kafatasıyla koruduğu gibi; yerküremizi de ‘Mezosfer’ katmanıyla muhafaza etmekte ve korumaktadır… Rabbimiz, bu ‘Hafizîyyet İlâhî Fizik Kanunu’nu, iradesiyle, mikrodan – makroya heryerde uygulamakta ve yürürlükte tutmaktadır… Zaten ‘kanun’ denilen şey; ona karar veren ve uygulayan, ‘irade ve kuvvet’ sahibi bir yürütücü ve icracısı olmazsa; zihin ve kâğıt üstünde kalır. Çünkü: ‘Yasa ve kanun’ denilen şeyler; zihnî ve vehmî kavramlar olup; madde üzerinde, ‘yaptırım enerjileri’ yoktur. Yani: Madde üzerinde, herhangi bir etki ve te’sir ve yaptırımları yoktur ki; herhangi birşeye ‘neden ve sebep’ olabilsinler! O hâlde; Tabiât-Fizik-Kimya Kanunlarını, birşeye ‘sebep’ olarak göstermenin; bir kitabın içindeki harf ve cümlelerin sebebinin; ‘imlâ ve yazım kuralları’ olduğunu söylemekten, bir farkı yoktur. Demek ki: Evrende, yürürlükte olan yasalar; ‘neden’ değil, ‘sonuç’tur… Bu yasalar, madem ‘sonuç’tur; o hâlde bu yasaların ‘nedeni’; yani o kanunları koyan ve yürüten zât; herşeye gücü yeten ve ‘hayat, ilim, irade, kudret’ sahibi Allah olmalı ve zaten O’dur. Çünkü: Biraz önce demiştik: ‘Kanun’ denilen şey; ona karar veren ve uygulayan, irade ve kuvvet sahibi bir yürütücü ve icracısı olmazsa; zihin ve kâğıt üstünde kalır… Kanunların, madde üzerinde etkileri olamaz; çünkü zihin dışında, bir somutluk ve harici gerçeklikleri yoktur…”

Neden, gözlem-ölçümlerimizi, bu gibi kavram ve ifadelerle, kodlayıp – tasvir etmek; “nesnel ve objektif” kabul edilmez de! Bunun yerine: “Donan suyun; genişleyerek, suyun üzerine yükselmesinden, şu kanun sorumludur… Binlerce kilometre yukarıdan düşen su damlalarının; yerçekimi kanununa göre, bir mermi gibi hızlanarak, yaprak ve çiçekleri delip – parçalaması gerekirdi. Neyse ki; falan kanun ve filan etkiye göre hareket edip, yavaşlayan su damlaları, böyle zararlar vermez… Şu mekanizma ve sistem sayesinde; yerçekiminin zıttına; ağacın köklerinden, yukarısındaki dal ve yapraklara çıkan su ve minerâller… Sıcak yaz mevsimlerinde, sıkmadan ipe astığımız çamaşırlar hemen kururken; (ağaçların bağlı olduğu toprakta, yapraklardan buharlaşan suyu, karşılayacak oranda su olmamasına rağmen;) o yaprakların kurumaması ve içlerindeki azıcık nemin muhafazası; şu kanunun yürürlükte olmasıyla sağlanır… Ağaç ve otların, toprak altında bulunan köklerinin filizleri, (iplikten daha ince ve hassas olmalarına rağmen;) sert taş ve toprağın altında ilerleyip, büyümeleri; şu kanun sebebiyledir…” gibi tasvir ve ifadeler; “nesnel ve olgusal, rasyonel ve bilimsel” kabul edilir!?

KANT VE COMTE’UN ARASINDA KALMAK

Varlık ve bilgi ve kozmoloji anlayışımız; ne yazık ki Kant’ın (kabaca): Metafizik; bilgi’nin konusu değildir; dolayısıyle metafizik bilinemez iddiası ile pozitivist Comte’un: Metafizik yoktur iddiası arasında sıkışmış kalmış durumda!

Halbuki, evrende gördüğümüz gerçek şu ki: Kâinat; “fizik – kimya”yla işlemez ve ayrıca, evrendeki bu işleyiş, (sizin anladığınız anlamda)rasyonel ve mantıklı” da değildir. Yani “nedenler”; “sonuçları” yapmaz, yapamaz. Sonuçların, “neden” ve “faili” olamazlar! Bunu; “neden” ismi verdikleriniz ile “ürün / sonuç / çıktı”sı diye isimlendirdiğiniz şeyler arasında, “tenasüb-ü illiyet” olmaması; hattâ aralarında, (ufacık karıncanın, sırtında kamyon taşıması gibi)tenakuz-u illiyet” olmasından; biliyor, görüyoruz…

Ne var ki: Biz bu işleyişi gördükten sonra, onu kendi rasyonalite anlayışımıza uydurur ve determinist fizik – kimya bilgilerimizle uyumlu hâle getiririz! Mantık ve fizik bilgilerimiz de, böyle artar zaten. Bu sebepten; dünün, rasyonel ve mantıklı olmayan veya fizik – kimya kanunlarına aykırı olan birşeyi, bugün mümkün ve mantıklı ve olağan hâle gelir.

Yani: Mantıkla gitsek; dünün, gemi ve uçağı bilmeyen insanı: “Parmağımla oynattığım, küçücük bir taş bile; hemen suya batıyor; havaya atsam, yere düşüyor! Tonlarca ağırlık ve büyüklükteki, demir – çelik yığınının suda yüzmesi, havada uçması imkânsız!” diyecekti.

Artan bilgimizle, Mantık Bilgi ve Kurallarımızın da değiştiği veya geliştiği bu durum; kaynağı “İlâhî” olduğu hâlde, yanlış bir isimlendirme ve hedef saptırmayla; “Tabiât / Doğa Kanunları” dediğimiz kanunlar hakkındaki bilgimiz için de geçerli. Yani: Zaten, evrende geçerli tüm kanun ve yasaları bildiğimizi iddia edemeyiz ki; gördüğümüz herhangi bir olağanüstü olay karşısında: “Bu, doğa kanunlarına aykırı ve imkânsız” diyebilelim…

“Kâinat; fizik – kimyayla işlemez ve ayrıca, evrendeki bu işleyiş, rasyonel ve mantıklı da değildir. Neden ve sebep ismi verdiğiniz şeyler, netice ve sonuçlara ‘neden ve fail’ olamazlar” demiştik. Evet, durum aynen böyle. Yani bu cümlede, mübalâğa ve abartma yok veya bir aforizma saklı değil! Peki, öyleyse, niye çoğumuz tam tersi fikirde?

Çünkü: Bilim/sellik’in; “madde ve maddedeki faâliyetler” hakkında verdiği, “Ateist ve Deterministik yapılandırılmış Bilimsel Bilgi”nin; “olayın çözüm ve açıklamasını” verdiğini zannediyoruz. Üstelik: Olayın “neden ve mekanizma”sı belliyse; burada “fail ve özne”ye, zaruret ve ihtiyaç kalmadığını düşünüyoruz! Yani kısaca: Bilimsellik Felsefesi’ne göre dizayn edilmiş Bilimsel Bilgi’nin; “neden – niçin – nasıl” sorularına, cevap verdiğine, verebildiğine inanıyoruz.

Bunun sonucu olarak: “Deterministik Felsefe”nin aksiyom ve önkabüllerine göre dizayn edilen Bilimsel Bilgi’nin; evrendeki fiil ve sonuçlara, “neden ve sebep” olarak gösterdiği şeylerin; gerçekten o sonuca, o çıktıya, o ürüne “neden” olduğuna, olabildiğine  inanıyoruz! Bilim/sellik’in gösterdiği o “neden”; gerçekten o sonuca “neden” olabilir ve nedenmiş zannediyoruz!

Bunun sonucu olarak da: Bilimin Deterministik Paradigmalarının, bize telkin ve empoze ettiği bu zânnın hipnozuyla; evrendeki fiillere, “fail ve özne” arama, merak ve ihtiyacı da duymuyor! Bu hipnozun etkisiyle: “Olayın nedeni buysa… Olay, şu neden – sonuç etkileşim ve mekanizmasıyla oluyorsa… Bu iş, sistemin kendi içinden doğan etki ve nedenlerle oluyorsa; demek ki bunlarda, ‘fail ve özne, müessir ve usta’ aramak gereksiz ve mantıksız!” diye sayıklıyoruz!

Halbuki başta dediğimiz gibi: “Bilimsel Bilgi” ve “Bilimsel Açıklama” denilen şey; “ateist / deist ve materyalist, determinist ve natüralist” argümanların, başka şekilde ifadesinden başka birşey değil! Üstelik: Basit bir resmin bile, “ressamsız”, yani ressamı “var” kabul etmeden; “neden – nasılı”nı açıklayamazken; Bilim/sellik: “Ben fail olan Tanrı’yı işe katmadan, evrendeki işleyişin neden – nasılının cevabını verebilirim” zannediyor!

Elhasıl: “Bilim”; bırakın çözüm bulmak; bu ateist / deist aksiyom ve paradigmalarıyla, problemin bizzat kaynağı oluyor! “Bilimsel bilgi, objektif açıklama, tarafsız gözlem” dediği çoğu şey; ya bir safsata ve mugalata veya gözlem verilerinin, ateist ve deistik ifadesi!

Meselâ; “Yanıcı ve yakıcı, patlayıcı ve gaz” olan “hidrojen ve oksijen”in birleşiminden; tam tersi mahiyet ve özelliklerde; yani “serin ve söndürücü ve sıvı” olan “su”yun çıkması (aslında, terkip ve inşa olmayıp; suyun “yok/luktan yaratılması”) hâdisesine; suyun nedeni olarak, Bilim/sellik’in bu vak’aya “bileşik” ismini vermesi ve sonra da “bileşik”i tanımlamak için, “karışım”dan farkını anlatması; bizde, “suyun, nasıl ve neden olduğu çözüldü ve Bilimsel olarak açıklandı” ilüzyon ve algısı doğuruyor!

Halbuki, burada Bilim/sellik’in yaptığı; sadece “suyun yapıtaşlarının ne olduğunu tespit” ve bu yapıtaşlarının birleşmesi hâdisesine “bileşik” ismi vermekten ibaret! Şimdi olaya “bileşik” diye “bilimsel bir isim” verdik diye, konu çözüldü mü!? Suyun neden – nasıl olduğunun cevabı verildi mi!? Hayır!

Yani: Suyun “varlık nedeni” ve “özellikleri”nin, nereden ve nasıl kaynaklandığı halâ muâmma! “Suyun varlık ve özelliklerinin nedeni, onu oluşturan yapıtaşlarıdır” şeklinde, analizci, parçalayıcı ve indirgemeci bir tavır da takınamayız. Çünkü: Bilim/sellik’in, “Deterministik Neden – Sonuç Şablonu”, burada da geçerli değildir ve çalışmaz!

Çünkü: Suyun taşıdığı sıfat ve özellikler, parça ve yapıtaşlarında yok ki: “Bunun nedeni; yapıtaşlarıdır, buradan kaynaklanmış olabilir” diyebilelim ve nedenselleme yapabilelim! Üstelik: Suyun hammaddesinde, suyun özelliklerinin hiçbiri olmamasını geçtik; tam tersi özellikler var!

Elhasıl: Su; “sebepsiz ve irrasyonel” bir varlık olarak, sihir ve esrarını halâ koruyor! Yani: Bilim/sellik’in; “nasıl – neden” sorusuna, “bileşik” diye cevap vermesi ve sonra da: “Suyun ve özelliklerinin, neden ve mekanizması; hidrojen ve oksijenin, bileşik oluşturmasıdır” diyerek; güya, “suyun neden – nasılını açıkladık” demesi; tamamen bir “ilüzyon”dan ibaret!

“Suyun meydana gelmesinde rasyonalite yok” dememizi, biraz daha açalım: Meselâ; başlangıçta, “su”yun hangi elementlerden yapıldığını bilmeseydik; deney – gözlem yapmadan, yani sadece mantık yürüterek; yanıcı ve yakıcı ve patlayıcı ve doğada normâlde gaz hâlinde bulunan “oksijen” ve “hidrojen”e bakarak; bunların birleşiminden; serin ve söndürücü ve sıvı “su” çıkacağını, tahmin edemezdik; akıl yürütmeyle bunu bulamazdık! Hidrojen ve oksijenin, buna sebep olacağını bilemez; hattâ hiç ihtimâl vermezdik! Üstelik; “su” için verdiğimiz bu örnek; hemen hemen diğer element, atom, bileşikler için de geçerli.

Elhasıl: Bedenimize dokunan cisminden başka, sesiyle de ruhumuza dokunan su; o derinden ve hazin şırıltı ve cıvıltısıyla: “Bana bakınca; Bilim’in, analizci ve parçalayıcı ve indirgeyici bakışının gördüğü, hidrojen ve oksijeni görmeyin! Tevhidî olan vahdet bakışıyla, bütüncül ve holistik bakarsanız: Benim, onlardan ayrı bir kimlik ve şahsiyette olduğumu görebilir. Hattâ, canlı bir varlık olduğumu bile hissedebilirsiniz!… Benim, varlık ve özelliklerimin kaynağı, yapıtaşlarım değil. Binaların tuğladan yapılması gibi, fizikî vücudum da; bu element, atom tuğlalarından inşa edildi ama ‘varlık ve özellik, kişilik ve şahsiyetimi’; Rabbim yok’tan, hiç’ten yaratıyor!” diyor.

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Süleyman Doğan’dan Fuat Sezgin Konferansı
İdeoloji ve Sanat
Prof. Dr. Ahmet Hikmet ÜÇIŞIK TÜBİTAK’ta seminer verdi
Beytü’l Hikme
Nitelikli Eleman Yetiştirme Hedefini Neden Yakalayamadık?
“BEN”İ BİR DE BENDEN DİNLEYİN!
İnsan ve Kainat | © 2019 | Tüm hakları saklıdır.