Fantastik Bilgi Depoları: Beyin ve DNA

“İnsan vücudu gibi bir canlı makinenin tek bir hücre üzerinde inşa edilmesi ve çalıştırılması için nasıl bir planlama yapılmalı?”

EDİZ-1-300x300 Fantastik Bilgi Depoları: Beyin ve DNA

Ediz Sözüer

Yazımıza şöyle bir sorunun cevabını arayarak başlayacağız:

“İnsan vücudu gibi bir canlı makinenin tek bir hücre üzerinde inşa edilmesi ve çalıştırılması için, acaba nasıl bir planlama yapılmalı ve ne gibi programlar yapılmalıdır?”

Açık fikirli düşünüyoruz bu noktada ve gerçek anlamda bu soruyu soruyoruz. Doku ve organların hücre yapılarının ve birbirleriyle olan ilişkilerinin düzenlenmesi ve koordineli bir şekilde çalıştırılabilmeleri için nasıl bir bilgiye ihtiyaç vardır? Ne düzeyde yüksek, kompleks ve karmaşık bir bilgiye ihtiyaç vardır acaba? Beynin müthiş kıvrımlarının, muhteşem sinir sistemi ağının, inanılmaz dolaşım sisteminin, hayran bırakıcı iskelet yapısının ve sürekli yenilenen dış derinin üretilmesi, hangi ileri teknolojili, hassas ve küçük makine ve fabrikalarla mümkündür?

Beyin ve hafızanın ne kadar olağanüstü bir yapıda dizayn edildiği, şu tespitlerle açığa çıkıyor: “Beynin 2.5 milyon gigabayt (GB) hafızası var. Bu rakam, 300 yıl süren HD kalitedeki (yüksek çözünürlüklü) filmin kaydedilmesine eşdeğer.

Bir santimetreküplük beyin dokusu içinde bulunan hücreler arası bağlantıların sayısı ise, Samanyolu’ndaki yıldızlardan (yani 100 milyardan) daha fazla. Beyinde iki tane birbirine benzeyen sinir hücresi yok. Beyindeki bağlantı haritası sayesinde hepimiz tek ve ayrı bireyler olarak yaşamımızı sürdürüyoruz.”[1]

Şimdi şöyle bir şey hayal edin. Bir insan vücudunu yapıp çalıştırmak istiyoruz. Bunun için bir nano makineden cansız bir molekül yapacağız. Bir insanı oluşturacak hücreleri yapacak ve hangi maddenin beyin hücrelerini, hangi proteinin kalbi ya da deri hücrelerini oluşturacağını belirleyecek, insan vücudunun planını içeren bir bilgi deposu olacak ve bölünerek çoğalan hücrelere kendini kopyalayacak cansız bir molekülün yapay olarak üretilmesi için, ne derecede yüksek teknik imkânlara ihtiyaç vardır ve bunun için ne kadar büyük bir bilgi birikimi gerekir? Bunu bir düşünün. Şu an yaşayan yedi milyar insanın her biri 100 trilyon hücreden oluşmaktadır. Her bir hücrenin çapı, milimetrenin binde biri büyüklüğünde bir alandır.

209 Fantastik Bilgi Depoları: Beyin ve DNA

Hâlbuki bahsettiğimiz fantastik bilgi deposu, bu kadar küçük olan insan hücrelerinin her birinde mevcut olan ve içlerinde 3 milyar gen bulunan cansız, şuursuz DNA molekülünden başkası değildir. Böylesine seri üretim ve ince işçilik, acaba detaylı bir tasarım, yüksek bir ilim ve gelişmiş bir teknik kullanan, mükemmel makine ve fabrikalara sahip olan bir tabiat olmadan nasıl yapılabilir veya kendi kendine meydana gelebilir? Evet, bunları tabiat yapıyor denilirse, biz de o gelişmiş makinelerin ve yüksek ilmin, muhakkak surette tabiatın eline verilmesi gerekliliğini dava ederiz.

Madem o kabiliyet ve DNA’yı yapabilecek özellik tabiatta gözükmüyor, başka haricî bir sebep aramak kadar makul ve akılcı bir yol olabilir mi? Bu bakış açısı, çok daha sağlıklı ve doğru bir bilimsel yaklaşım ve alternatif bir bilimsel yorum olarak görünüyor ve geliştirebileceğimiz bir kapı aralıyor aslında bize.

Bilim felsefesi olarak lanse edilen “Biz yaratıcı yokmuş gibi hareket ederiz, bilim tarafsızdır” sözleri inandırıcılıktan uzak bir safsatadan ibarettir. Tarafsızlık iddiasında bulunuluyor ama tarafsız davranılmıyor. Her zaman ve her durumda yaratıcı yokmuş gibi davranılıyor, baştan tüm kabuller yaratıcının yokluğu üzerine bina edilerek, her şey öyle anlatılıyor. “Çiçek yapıyor” deniliyor. Bu nasıl tarafsızlık? “Tabiat yapıyor” deniliyor. Hatta “tabiat yaratıyor” deniliyor. Bu nasıl tarafsızlık? 2014 Cosmos belgeseli evrimin bilimsel olduğunu, yaratıcının safsata ve masal olduğunu açık açık söylüyor. Bu nasıl bir had bilmezliktir? Nasıl cesaret ediliyor böyle bir şeye? Biz bile bu kadar kesinlikte ifadeler kullanmadık.

İlginizi Çekebilir:Tevhid; Hem Aklî bir İlke Hem de Gözlemsel bir Bilgidir

2101 Fantastik Bilgi Depoları: Beyin ve DNA

Güneş gibi parlak bir hakikatten bahsettiğimiz halde, elini vicdanına koyan her insanın, bilime saygısı olan, insanlığına saygısı olan ve en basit zihinli bir insanın bile anlayıp kabul edebileceği netlikte meselelerimizi delilleriyle ortaya koyduğumuz halde sonunu hep şöyle bağladık ve: “Bu şahsi kanaatimizdir, biz böyle inanıyoruz, sizin de vicdanınıza ve takdirlerinize havale ediyoruz.” gibi ifadeler kullandık. Kimsenin hür iradesini elinden almaya teşebbüs etmedik. Tarafsızlık ve bilimsel yaklaşım budur. Hakka, hakikate taraftarlık da budur. Fakat bu eleştirdiğimiz takdim tarzı, hakka taraftarlık değil. Bilim de değil kesinlikle. Tamamen zihninde kurgulayıp inandığını bilim diye anlatmaktan başka hiç bir şey değil.

Cosmos 2014 belgeselinde bütün bir bölüm boyunca anlatılan şu misal ne kadar dikkat çekici: Köpekler güya önceden kurtmuş da, insan elinde ehlileşmiş köpek olmuşlar. Hatta doğal seleksiyonun bir benzeri olarak sunî seleksiyonla bu olmuş. Daha sonra da insan elinde çeşit çeşit köpek cinsleri türemiş. Bu nasıl bir kurgudur? Açık açık hikâye anlatmaktan farkı nedir bunun? Bu nasıl bir bilimdir? Nereden biliniyor bunun böyle olduğu?

“Doğal Seleksiyon” Hakkında Ara Not: Evrim teorisinin yeni canlı türlerinin oluşumunu açıklamak için geliştirdiği tamamen kurguya dayalı hayalî sistemlerinden birisidir. Güya tabiatta zayıflar, güçlülere göre daha dirençli olduklarından galip gelirler ve sahip oldukları genetik özelliklerini bir sonraki nesillere aktarmakta başarılı olur ve hayatta kalırlar. Yani güçlüler doğal olarak selekte edilirler, yani seçilirler. Güçlülerin hayatta kalması ile bu sayede yeni türlerin oluşması arasındaki derin mesafenin nasıl kapatılacağının izahı ise yapılmamıştır.

“Nasıl olsa her şey kendi kendine oluyor, bir yaratıcıya ne gerek var?” diyen görüşün bir benzeri olarak, bütün canlıların birbirine benzemesini evrim mekanizmalarıyla birbirlerinden türediklerine delil getiriliyor. Yorum farklılığına bakar mısınız? Şimdi biri bu açıdan yorum yapar, biz de şu açıdan yorum yaparız. Deriz ki: Birbirlerine benziyor olmaları, birbirlerinden türedikleri için değil. Hepsini aynı kişi yarattığı için öyle olmasın? O yüzden benziyor olmasınlar birbirlerine? Biz de bu açıdan yorumlayabiliriz meseleyi, böyle görebiliriz. Bizce bu daha mantıklı. Çünkü örneğin hem bir kulağın bütün parçaları bir arada aynı anda çalışmadıkça işlevsiz kalacağı bilinecek, hem de o türler arası geçişlerin çok yavaş, milyonlarca, milyarlarca senede olduğu ifade edilecek. Peki bu nasıl olacak? O kulak meydana gelmeye fırsat bulamayacak ki! İşte indirgenemez komplekslik kavramı.

Bir an kabul edelim ki, tüm bu evrimler faydalı mutasyonlarla oluyor olsun. (mutasyonlar zararlı olur ama biz öyle varsayalım) Nasıl oluyor da her köşe başından bu kadar çok canlı çıkıyor o zaman? Bu kadar yavaş oluyor ama 10 milyon canlı türü ve trilyonlarca canlı ferdi var, öyle mi! Bu oluşumlar tesadüfle çalışan şuursuz evrim mekanizmalarıyla oluyorsa bu iş bu kadar hızlı olmaz, bu derece çeşitli olmaz ve bu mertebede mükemmel olamaz. Vücudunuzda bir kusur bulabiliyor musunuz? (Bu kadar mükemmel bir işleyiş ve tasarım göz önündeyken rahatlıkla gözardı edilebilecek istisnaî, küçük ve hikmetli kusurları bir tarafa bırakın ve büyük resme bir bakın nasıl harika görünüyor) Akıllı, şuurlu insan olan bizler, şuursuz mekanizmaların yaptıklarının daha iyisini rahatlıkla yapabilmemiz gerekirdi. Fakat yapamıyoruz. Bundan ne sonuç çıkartmamız gerekiyor? Bir ressamın yaptığı tabiat tasvirini alkışlıyoruz, fakat bunun aslı daha güzel! Bu nasıl bir şeydir?

“Bir patlamadan kâinat oluşmuş!” deniliyor değil mi? Hâlbuki patlama dağıtır, yıkar, bozar, maddeyi bir araya toplamaz, düzenli şekiller meydana getirmez. Konuşan, hisseden, ağlayan, üzülen, gülen insanlar üretmez patlama! Nasıl buna inanmamız bekleniyor? Bu tarihin en büyük safsatası! Patlamadan bu kâinat olmuş! Siz olmuşsunuz, biz olmuşuz, her şey olmuş! Büyük patlama sadece bir çıkış noktası olabilir, şu muhteşem kâinatı açıklamaya ve onun gerçek sebebi olmaya yeter mi hiç?

Bu noktada size oldukça etkileyici bir videoyu seyretmenizi tavsiye edeceğiz. Bu videoya “Resurrection Plant” yani“Diriliş Bitkisi” ismi verilmiş. (Video ismine tıklayarak veya aşağıdan seyredebilirsiniz.) Alıcı bir gözle bir bakın bakalım, şu şahit olacağınız şaşırtıcı oluşumda tabiatın makineleri ve yüksek bilgisi nereye gizlenmiş? Acaba görebilecek misiniz? Videoda basit ve kuru bir diken, çalı parçası olarak görülen ve çölde yuvarlanan bitkinin su ve toprakla adeta nasıl dirildiğini ve suyla kırılıp toprağa düşen tohumcuklarının nasıl yeşerdiğini göreceksiniz. “O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız”[2] mealinde bir ayet var, bu video bunun somut bir örneği.

Devam ediyoruz. Şimdilerde Dna’nın üzerine veri depolama denemeleri yapılıyor. Avrupa Biyoinformatik Enstitüsü’nden Dr. Nick Goldman şimdiden 1 gram DNA’ya 2,2 petabayt (2200 terabayt) veri kaydetmiş ki, bu miktar 1 gram DNA’ya 100 milyon saatlik Full HD film kaydetmek anlamına geliyor. (1 terabayt: yaklaşık 1000 GB) DNA’ya veri depolamanın en verimli ve ucuz yol olduğu, bu konuda kimsenin DNA’nın eline su dökemeyeceği ifade ediliyor. Üstelik son derece de kalıcı bir depolama ortamı. Kayıtlı bilgiler derin dondurucuda binlerce, on binlerce yıl boyunca saklanabiliyor. Dijital veri depolama metotlarında ciddi bir yer işgali, kısa ömürlülük ve elektrik sarfiyatı söz konusu. İnsan DNA’sının ise böyle bir sorunu yok: Yemek yiyerek ve su içerek besleniyor, şehir elektriği kullanmıyor ve laboratuarda küçük bir hücre kültürü kabından daha fazla yer işgal etmiyor. Dünyadaki bütün dijital veriyi depolamak için 57 kilogram DNA’nın yeterli olacağı hesaplanmış.

“Dünya’ya bir göktaşı çarpacaksa, insanoğlunun bütün bilgi birikimini birkaç yüz kilo DNA’ya kaydedip ve bunu yerin iki kilometre altındaki bir elmas madeninde saklayıp, derin dondurucuda iyi bir şekilde korursak, büyük felaketten binlerce yıl sonra sığınaklarından çıkan torunlarımız, DNA’da depolanan veriler sayesinde medeniyete bizim kaldığımız yerden devam edebilirler” diye bir senaryo bile hayal ediliyor. Hâlbuki 1 gram DNA, test tüpüne konulduğunda görülemeyecek kadar küçüktür. Genetik depolamanın pratik hayatta kullanıma girmesi içinse, bilgisayar kadar hızlı kaydetmek ve dosyaları bilgisayar kadar hızlı silmek gerekiyor. Milyarlarca komut satırından oluşan ve trilyonlarca insan hücresinde tek tek kopyaları bulunan genetik koda toplu kayıt yapmak şimdilik bu kadar kolay olmadığından, trilyonlarca hücreyi aynı anda okuyan ve flash bellek hızında yeniden kodlayan bir sistem gerektiği ve yakın gelecekte böyle bir sistemin geliştirilmesinin imkânsız olduğu ifade ediliyor.[3]

Şimdi lütfen bir düşünün. Madem sahip olduğu muhteşem özellikleri günlük hayatta kullanacak teknolojiyi bile henüz geliştirmediğimiz DNA molekülü, hiç de rastgele oluşmuş gibi görünmüyor ve büyük bir tasarımın ürünü olduğu her halinden belli oluyor. O halde DNA gibi bir molekülü yapabilmesi için tabiatta bulunması gerekli bilim ve tekniğin devasa boyutunu siz kıyas edin ve onda böyle ileri bir bilginin ve teknolojik makinelerin mevcut olup olmadığına siz karar verin.

[1] Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Sinan Canan’ın, Uludağ Üniversitesi’nde ’NBeyin’ adlı konferansta beyin hakkındaki son çalışmalar hakkında verdiği bilgilerden.

[2] Rum Suresi, 19. Ayet.

[3] khosann.com/Kozan Demircan/”Bilim adamları Dna’ya veri depoladı” isimli makaleden yararlanılmıştır.

Sunumu izlemek için aşağıdaki videoyu tıklayabilirsiniz.

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Güneş’in Kaderi
 ZAMAN DENEN SIR
Zenginliğin Kaynağı Nedir?
Kuantum Evren ve Çekim Yasası
Materyalizmi Yıkan Gerçekler: Holografideki Sır
Beden ve Ötesi: Hayal, Rüya ve 6. His
İnsan ve Kainat | © 2017 | Tüm hakları saklıdır.