Matematik ve Sonsuz Uzaylar
Soyut matematik sayıları uzun bir süre kullanılmamıştı. Anlamsız zannediliyordu. Bugün soyut matematik sayılarını bir çok alanda kullanmaktayız. Çünkü rasyonel sayıların ihtiyaca cevap vermediği alanlarda veya cevapsız kaldığı yerlerde irrasyonel (sanal) sayıları kullanarak çözüme ulaşırız.
Cebir ilminin kurucusu El Cabir, eksi (negatif) sayıları bulana kadar karekök işlemleri yolunda gidiyordu. Örneğin karekök içindeki dokuz sayısı kökten çıkarılınca (3) olur (√9 = 3). Fakat bu kök içine eksi sayılardan biri konduğunda yepyeni bir Cebir karşımıza çıkıyor.. (√-9) dışarıya 3 (üç) olarak çıkmaz. Çünkü artı ya da eksi olsun ikisinin karesi dokuzdur. Eksi ya da artı dokuzun karekökü (-3) değildir. (√-9) gibi bir sayı bulunmaktadır. Ne var ki kök dışına alma güçlüğü olan bu sayıya, tıpkı üçten beş çıkmaz diyen ilk matematikçiler gibi yanlış bir isim verdiler: İrrasyonel: Sanal-İmajiner (Hayalî) sayı dediler.
Soyut matematik sayıları uzun bir süre kullanılmamıştı. Anlamsız zannediliyordu. Bugün soyut matematik sayılarını bir çok alanda kullanmaktayız. Halbuki rasyonel sayıların ihtiyaca cevap vermediği alanlarda veya cevapsız kaldığı yerlerde sanal sayıları kullanarak çözüme ulaşırız. Bugün Kuantum teorisinden, tünel olaylarından, uzaya gönderdiğimiz araçlara kadar günlük hayatı da kaplayan birçok denklemde soyut sayılar kullanılıyor. Bir kısım matematik denklemleri, soyut sayıları, dikkate almadan yapılan hesaplamaları yanlış çıkarması, farkına varmasak da, madde ötesine ait metafizik unsurlar, günlük hayatımızda, kullandığımız teknolojinin içinde de yer almaktadır. Yani soyut sayılar soyut evrene ait açılan kapılar gibidir. Tüm bunlar maddenin aslında madde-mana karışımı olduğunun belgeleri olmaktadır.
İkinci dereceden bir denklem olan x2+l=0 eşitliğini ele alalım. Bu denklemi çözerseniz, x2=-1 bulur ve her iki tarafın karekökünü alarak iki sanal kök elde edersiniz. Bu kökler, + veya – gibi özellikler göstermezler.
Işık Hızı Aşılıyor
Kütleli bir cismi, ışık hızına eriştirdiğimizde nelerle karşılaşırız? Bu düşünce ile yola çıkan bilim adamları hesaplamalarını yaptılar: Denklemler, böyle bir hıza erişen bir cismin kütlesinin sonsuz hale geleceğini gösteriyordu. Sonsuz kütleli bir cisim, bu evrenimizle bağdaşmayan, uyuşmayan bir özellikti.
Denklemler, ışık hızının aşılması halinde kütlenin sonsuz değil, sanal yani soyut olacağını gösteriyordu. Ne demekti hayali (madde ötesi) kütle? Mesela -80 kg ağırlığında bir insanda bir insanın varlığını tasarlamak gibi bir şeydi bu. Halbuki dünyamızda; – 80 kg lık ağırlığı tartacak bir terazi yoktur.
Einstein’e göre ışık hızına erişmek mümkün değildi. Bu, bir kesin yargıya dönüşmüştü. Ne var ki, bilimin sınır tanımayan ufuklarını düşünen bilim adamları ışığın ötesinde bir şeylerin bulunduğunu sezmeye başlamışlardı. Örneğin cisim ışık hızı değerini aştığında matematik olarak düşündüğümüzde ışık hızı değerinde cismin kütlesi kayboluyordu kütle sanal hale geliyordu (kök içinde eksi değer).
Konuyu bu defa matematikî açıdan irdeleyen uzmanlar, Einstein’ın denklemlerini (örneğin E= mC2 formülü bunlardan birisi) kullanarak çok garip bir çözüme ulaştılar.. Işık hızından da yüksek hızlara harika yorumlar getiren sonuçlar belirdi. Eğer bir hareketli, ışık hızı ile değil, ışıktan da hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji hatta zaman gibi fizikî kemiyetler mücerret (hayalî, sanal) mahiyete bürünüyordu.
Matematik formüllerden bu “sanal varlıklarla” ilgili ilginç çıkarımlar yapılabiliyor ve sonuçlara ulaşılabiliyor. Örneğin hızları arttıkça enerjileri azalıyor, sıfır-enerjili bir durumda ise sonsuz hıza ulaşıyorlardı. Dahası elektrik yüklü oldukları kabul edildiğinde kendi etraflarında bir radyasyon oluşturacakları ve bu radyasyonun onların da enerjilerini azaltacakları; enerjileri azaldıkça ise daha hızlanacağını gösteriyordu.
Evet, denklemler ışık hızını aşan durumlarda kütlenin sıfırdan küçük kalması kaydıyla çözümün mümkün olduğunu gösterdi. Işık hızının aşılması demek, kütlenin negatif (hayalî, sanal) olması demekti. Negatif kütlenin fizikî anlamı ne olabilirdi?
Yaşadığımız, alıştığımız ve bildiğimiz çevrede her cismin bir pozitif kütlesi vardır. Terazi, sıfırdan küçük kütleyi gösteremez ve ölçemez. Fakat madem ki, matematik olarak negatif kütle vardır, bu evrenin negatifi, yani soyut evrenleri anlamına gelebilirdi. Matematiğin haber verdiklerini eninde sonunda fizik dünyada karşılığını buluyoruz. Sayılar, boyut geometrisi ile kendisini ortaya koymaktadır, daha sonra bu boyutlara fizikî etki ve dinamizm yerleşince, evren bir fiziko-matematik mahiyet kazanmaktadır. Geometriyle çizilip fizik ile işleyen evrenin “duvarlarına” benzeyen ışık hızı engelleri, “katı” özellikler içinde yaşadığımız bu alem için geçerliyse “bu duvarların ötesinde ne vardır?” sorusu ister istemez akla gelmektedir. Cevap olarak “hiçbir şey yoktur!” dememiz bilimsel bir anlam taşımamaktadır.
Işık hızı maddenin temel hızı ve evrensel sabit olarak kabul edildi yıllardır. Princeton Üniversitesinde yapılan özel bir deneyde ışığın 300 kat daha hızlı gidebileceği gösterildi (Lijun Wang vd. Nature, c. 406, s. 277, 2000,). Işık hızının aşıldığı başka deneyler yanında bir kısım kozmik ışınlar üzerinde yapılan denemeler bunların ışıktan hızlı gittiğini gösteriyordu.
Mesela 1974 yılında Clay ve Crouch (Nature, c. 248, s. 28, 1974) gibi fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi. Bu ve benzeri gelişmeler ışık hızından binlerce ve milyonlarca daha hızlı mücerret unsurlardan kurulu ve örülü evrenlere karşı bilim dünyası daha sıcak bakmaya başlıyor, ilgi giderek büyüyordu.
Derken, varlığı geniş tartışmalara yol açan sanal parçacıkların varlığı laboratuvar deneylerinde fark edildi. Garip karakterli bir atom altı parçacık kendisini hissettirdi. Soyut karakterli bu parçacığa Latince hayalet anlamındaki “Takyon” (tachyons) ismi verildi.
Konuyu bu defa matematik açısından irdeleyen uzmanlar, Einstein’ın denklemlerini kullanarak çok garip bir çözüme ulaştılar. Işık hızından da yüksek hızlara harika yorumlar getiren sonuçlar belirdi. Eğer bir hareketli, ışık hızı ile değil, ışıktan da hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji hatta zaman gibi fizikî kemiyetler mücerret (hayalî, sanal) mahiyete bürünüyordu.
“Takyon” denilen, madde ötesi özelliklere ve ışık hızından binlerce milyonlarca defa yüksek hızlara sahip bir parçacığın, elbetteki günlük hayatımızda, elimizin altında bulunması beklenemez. Bu parçacıkların özellikleri, bu evrenimizin fizikî ve matematik yapısına uyum sağlamadığına göre, bir başka alem, bir başka zaman ve bir başka çeşit enerjinin hükümran olduğu uzay düşünülmeli idi.
Aletlerimiz ışıktan hızlı vücutları görüp izleyemezler. Bu yüzden evrenimize kaynaklık eden daha hızlı yapılardaki paralel evrenleri görüp ölçemeyiz. Maddenin, arkasındaki manayı bilim diliyle söyleyemeyişimiz bu yüzdendir.
Soyut Kütle ve Takyonlar
Takyonların keşfine yol açan deneylerde örneğin yukarıda sözünü ettiğimiz, Princeton Üniversitesi’nde yapılan deneyde dedektöre yollanan ışık daha kaynağından çıkmadan dedektörde kendini hissettirmişti. Bu garip durum ilgili kozmik ışınlarda da kendini göstermektedir. “Yola çıkmadan önce amacına ulaşmak” şeklinde özetlenen bu garip hâdisede, ışıktan da hızlı bir yolculukta, akılları karıştıracak sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Meselâ bir astronot, daha yola çıkmadan amacına erişecek ve yola çıkarken, kendisinin dönüşü ile karşılaşacaktır
Mücerret (soyut) kütle ne mânâya gelebilirdi? Bilaniuk ve Geinberg gibi bilim adamlarının büyük katkısıyla olgunlaşan Takyonlar teoresine göre, ışıktan hızlı, kütlesi sıfırdan küçük, uzunluğu ve boyutları eksi, yani mücerret ne varsa hepsi takyon türünde mütalaa edilebilirdi.
Mesela, canlılığımızın ve varlığımızın bir bakıma esasını teşkil eden hayâl, hâfıza, düşünce, şuur, sevgi, korku, heyecan gibi zihin ve kalb kökenli hislerimiz gibi. Çünkü bunlar örneğin bilgisayar ve kâğıttan farklıydılar. Hassas spektroskopi cihazlarının ölçüm sahasının dışında kalmasını evrenimizin dışındaki bir başka evrenin elemanları olarak açıklayabilirdik. Ya da “ışık hızı duvarını” deliyor olabilirlerdi.
Son yıllarda enerjinin ışıktan hızlı gidebileceğinin tecrübe edilmesini bilim için olağanüstü bir adım kabul etmeliyiz. Yeni keşifler sayesinde üst katlardaki evrenler hakkında daha kolay fikir yürütmeye başlayabiliriz. Hatta belki de daha ileri gideceğiz, üst katlardaki alemlere, örneğin cenneti görmenin yollarını araştıracağız.
Ortaya çıkan gerçekler, zihinlerimizde sabitleşen görüşleri kökten değiştirecek gibi görünmektedir. Sonuçlar, kelimenin tam anlamıyla evrenimizin dışında başka evrenlerin habercisi olmaktadır. Bu da konuyu mekanın dar kalıpları arasından çıkarmamıza yol açmakta ve inancın engin ve aydınlık ufuklarını karşımıza çıkarmaktadır.
…………………….
Merak edenler için şu web sayfasında takyonlar hakkında öz bilgilere ulaşılabilir:
http://www.itsf.org/resources/factsheet.php?fsID=238
Takyon (tachyon) teorisinin gelişmesine katkısı olan bazı bilim adamlarının makaleleri için kaynaklar:
Bilaniuk,
Deshpande, Sudarshan, “Meta Relativity,” American Journal of Physics,
XXX (1962): 718ff;
Gerald Feinberg, “Possibility of Faster-than-light Particles,”
Physical Review, CLIX (1967): 1089-1105.
Bilaniuk et al., “More about Tachyons,” Physics Today (December
1969), p. 49;
David Bohm, The Special Theory of Relativity (New York: W. A. Benjamin, 1965),
p. 158;
F. A. E. Pirani, “Noncausal Behavior of Classical Tachyons,” Physical
Review, D 1 (1970): 3224.
Bilaniuk and Sudarshan, “Particles beyond the Light Barrier,” Physics
Today (May 1969): 47