Milli ve Yerli İlaç İçin Çıkış Yolu
Röportaj: Kemal Çiftci
Öncelikle tebrik ediyoruz sayın hocam. Ödül aldığınız projenizin detayları hakkında biraz bilgi alalım.
- Milli ve Yerli İlaç İçin Çıkış Yolu
- Röportaj: Kemal Çiftci
- Prof. Dr. Osman Çakmak’a TÜBİTAK’tan yüksek başarı ödülü haber linki:
Yöneticisi olduğumuzTÜBİTAK projesi çok sayıda bilimsel çıktısı (makale-bildiri-tez çalşmaları-patent..) ile Proje Performans Ödülü (PPÖ) aldı. Kinolin türevleri organik kimyanın çok önemli bir molekül gurubunu teşkil eder. Ticari önemi büyük moleküllerde ve çoğu biyoaktif yapılarda yer alır. Çalışmalarımızda bu molekül gurubu için bilinenlerden farklı ve yeni, aynı zamanda son derece basit ve pratik sentez yolları açıldı. Sentezi gerçekleştirilen moleküllerin bir kısmı yüksek biyolojik aktivite gösterdi (anti kanserojen ve anti bakteriyel özellikler vd). Kısacası bu çalışmada, çok sayıda ilaç adayı etken moleküller hazırlanmış oldu.
Biraz daha ayrıntılı bilgi sunabilir misiniz?
Molekül, birbirine bağlı gruplar halindeki atomların oluşturduğu kimyasal bileşikler. Atom birlikteliğinin en küçük temel yapısına verilen addır. Yani tabiatta bulunan bitki, hayvan veya madenlerden etkinliği tespit edilmiş cansız maddelerin en küçük birimi de diyebiliriz.
Canlı bünyelerde yer alan molekül guruplarından birisi benzen halkası ile piridin halkasının kaynaşık iskelet yapısına sahip kinolin grubu moleküller. İşte bu moleküller için çalışmalarımızla basit kısa ve çok yönlü üretim yolları açıldı. Önceki (literatürde var olan) yöntem, küçük birimlerin kenetlenmesi ile sınırlı sayıda türev sentezine imkan veriyordu. Biz çalışmamızda, çok basit yöntemlerle kinolin iskeletinin hemen her konumuna brom, nitro, siyan, metoksi, amin, silil, kükürt (kendileri aynı zamanda başka guruplara dönüştürülebilen) bağlı anahtar yapılara ulaştık. Bu yapılarla bundan sonra hemen her türlü türev bileşiğin sentezi mümkün olacak.
Çalışmanız sanıyorum disiplinler arası bir çalışma. Moleküler biyoloji kısmı var.
Disiplinler arası bir çalışma olduğundan, grubumuzda yer alan moleküller biyolog uzman arkadaşlar, biyolojik test çalışmalarını yürüttü. Rahim (HeLa), Beyin (C6), Kolon (HT29) Meme (MCF; MDA MB 231) vd kanser türlerine etkileri ortaya çıkarıldı. Bunların yanında sağlıklı insan hücreleri (Vero ve 184 A1) üzerinde denenerek kıyaslama yapıldı.
Kanser konusunda çalışanlar işe nereden başlıyorlar?
Kanser konusunda çalışanlar önce etkin molekülleri keşfetmekle işe başlarlar. Mevcut kanser moleküllerinin, kemoterapi de kullanılan ilaçların hem ciddi yan etkileri hem de ilaca karşı direnç kazanmaları hastalarda ciddi problem teşkil eder. O yüzden etkin ajanlar ara ara değiştirilir. Çünkü kanser hücreleri de o ajana karşı direnç kazanıyor.
Moleküllerin ilaç etken maddesi halinde kullanılabilmesi için bundan sonraki safhada hangi testlerin yapılması icap eder?
(I)Keşif ve araştırma, Hücre denemeleri ile aday etken molekülleri belirleme, (II) (Preklinik çalışmalar, (III) Klinik çalışmalar, (IV)Tedavi onayı
Bilim adamları etken maddeyi hazırlıyorlar. İlaç adayı aktif molekülleri belirliyorlar. Sonraki safhalara geçmede hangi engeller var? Ülkemiz neden kendi yerli ve milli ilacını hazırlayamıyor?
Bu sorunun doğru cevabını bulmak lazım. Bana göre doğru cevabı kimse vermek istemiyor. Yada veremiyor. İlaç konusu stratejik bir konu. Biyolojik silahlar ve bunlara karşı koyma aynı zamanda bir savunma konusu…
Çalışmalarınız yerli ve mili ilaç üretimini ilgilendiriyor. İlaç üretimi için yeterli potansiyelimiz bulunduğu halde ilaç üretiminde dışa bağımlı olduğumuz bir gerçek. Bu durum nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önce üzülerek belirtelim ki, bildiğimiz kadarıyla kendi ilacımız, patenti ile bize ait, yeni geliştirdiğimiz tamamen özgün bir molekülümüz henüz yok! Hemen şunu ifade edelim ki yerli üretim yapamayışımız, üretim becerisizliğinden ve bilimsel yetersizlikten ve de imkansızlıktan dolayı değil.
Peki sebebi nedir?
“İlaç ruhsatlandırma kriterleri” denilen dünya sağlık sistemini tekelinde tutan “BIG FARMA” gibi ilaç devleri firmalar var. Onlar izin vermiyorlar. Bunların kurduğu sistemlerle mücadele etmeniz, tekeli kırmanız gerekiyor.
Nedir engeller?
Sonraki süreçte ekonomik desteğe ihtiyaç duyulur. Ne yazık ki Türkiye’de bu konuda ilaç firmalarının desteği yok görülmüyor. Çünkü firmalar dışarıdan almayı daha kolay ve uygun görüyorlar.
Sadece bu mu engel?
Hayır! “İlaç ruhsatlandırma kriterleri” denilen dünya sağlık sitemini tekelinde tutan “BIG FARMA” denilen büyük ilaç devleri var. Bunlar ilaç üretimini kendi tekellerine almışlar. Bunların kurduğu sistemlere karşı büyük mücadele lazım.
Ülkemizin gücü, ilim ve teknolojisi var. Olmayan şey ise bu sistemlere karşı mücadele. Bu yüzden ruhsatlandıramıyor ve ilaç üretemiyorsun.
En fazla siz onların pazarlama ayağı, ambalajcısı oluyorsunuz. Yani onlara hizmet edebilirsiniz. Ülkemizde durum bu.
Gözü doymaz kar hırsı ile ilaçları fahiş fiyatlarla satma adeta ilaç sektörünün vaz geçilmez adeti haline geldi. ABD de ilaç firmaları fiyatı istedikleri gibi belirlemektedir. Domuz gribini hatırlayın televizyonlarda gribin reklamı yapıldığı ay aşısını dünyaya tahmini yarım milyar, dünyaya ise 55 milyar dolara sattılar. “Bir ilacın üretimi için en az 10 yıl gerekiyor” diyordunuz. Hani nerede? Demek bu kurallar kendileri için değilmiş. İlaç şu anda en büyük rant ve gelir kaynağı Dünyada. Firmalar yüksek rant sebebiyle tekellerinde kalmasını istiyorlar.
Ne yapmak lazım peki?
Dünyanın birkaç ilaç firmasından daha büyük olduğunu, insanlığın sağlığının birkaç ilaç firmasının tekeline bırakılamayacağını, birilerinin çıkıp yüksek sesle dillendirmesi lazım. öyle değil mi?
Sayın Erdoğan dünyanın 5’ten büyük olduğunun yüksek sesle ifade etmişti. İlaç üretimini elinde tutan tekeller karşı benzer cesur seslere ihtiyaç var.
Ses çıkaranları sindiren hatta linçe tabi tutan mekanizmalar ve çevreler var. Küçük bir araştırma ile bu gerçeklere ulaşabilirsiniz.
Peki tekelin kalkması için bu yanlışlığa ses çıkaranlar olmuyor mu?
Var olmasına var ama, onlar da bir şekilde cezalandırılıyor, sindiriliyor, korkutuluyor. Son günlerde şu olaya bakalım. Sağlıktaki yanlışları dile getiren doktorlar Ahmet Rasim Küçükusta ile Yavuz Dizdar’a ceza verilmesini nasıl yorumlamalıyız? mesela.*
Yani çözümsüzlüğün dayatıldığını mı söylüyorsunuz? Bizim yanlışımız oyun kurucu olamayışımız mı?
Evet aynen öyle.
Peki nasıl oyun kurucu hale gelebiliriz?
Molekül saflaştırma zorunluluğu veya ilaç ruhsatlandırma kriterlerini onların kanunlarını mutlak kanun olarak bu ülkeye dayatırsan, oyun kurucu olarak onları kabul etmiş oluyorsunuz. Sonrası onların size biçtiği görev ile kalıyorsunuz!
Bu kördüğümü çözmek için ne yapmamız lazım?
Cesur ve radikal bir karar verebilirsiniz. Kanun ve kuralları İran, Rusya, Çin, Hindistan nasıl kırmışsa, nasıl kendi kanunlarını yazmış ve başkasının oyununa malzeme olmaktan kurtulmuşsa, biz de bu yolu deneyebilir ve kıskaçtan kurtulabiliriz.
Bir çözüm yolu var mı?
En basit yolu Hindistan bulmuş ve ülkesine ait yüzlerce yıllık tıbbi formüllerini bunlar ‘geleneksel Hint tıpı formülüdür modern bilimin yöntemlerinin ürünü değildir’ diyerek kendi mührünü vurmuş. AYURVEDİK TIP (HİNT TIPI) adı altında üretmiş ve tüm dünyaya da ihraç ediyor, kültürünü yayıyor. Dünyanın üçte birinde de bunu doktorlar reçete ediyor halk da kullanıyor.
Dünya patent haklarını dinlemeyen ülkeler var. Hindistan bunlardan birisi. Dünya Patent Haklarını dinlemiyor. Benim 1,5 milyon kadar kanser hastası insanım var diyor. Ben bunu dinlemiyorum diyor haklı olarak. Jenerik olarak aynı ürünü yapıyor.
Biz de kendi başımızın çaresine bakmamız lazım. Ayrıca geleneksel tıbbı diriltmeliyiz. Çözüm; geleneksel tıbbı doktorların reçete edecek şekilde genişletmesini sağlamak ve kullanışlı hale getirmek.
Dünya sağlık harcamalarında ve sağlıkta en az ilaç kullanan toplum Hindistan. Sonrası Çinliler.. Demek bize yutturulan Avrupa bilim safsatasında ciddi bir uydurma var. 1 milyarlık Hindistan 16 milyarlık ilaç kullanıyor, 80 milyonluk Türkiye Hindistan’da daha fazla sentetik ilaca para yatırıyorsa, ortada bir yanlışlık var.
Çin Akapunktur’unu kültür olarak dünyaya yaydı, Çin tıbbını yaydı, otları bile ülke kültür ve reklamı olarak kullanılıyor.
Halbuki bizim kültürümüzde, tabiatımızda binlerce yıllık zengin birikimimiz var. İbn-i Sina bin yıldır okundu dünya tıp biliminde. Kendimize yetecek ve Dünyaya satacak çok şeyimiz var.Türkiye geleneksel ve tamamlayıcı tıpta dünya mutfağı olabilir.
Peki bu gerçeği neden göremiyoruz?
Biz Avrupa kurallarını mutlak ve tek çıkış yolu olarak görmeye şartlandığımızdan bu gerçeği göremiyoruz. Böyle olunca da Amerika ve Avrupa kültürünün pazarlamacısı, hamalı haline geliyorsunuz.
Son yıllarda ülkemiz büyük atılımlar yaptı. Yollar, köprüler, havalimanları vs. Bundan sonra ülkeyi uçuracak olan yüksek teknoloji ve biyoteknoloji projeleridir. Bilime dayalı projelerdir.
Sağlık bakanlığının, refleksoloji, müzik terapi, osteopati, proloterapi, apiterapi, mezoterapi, homeopati, fitoterapi ve akupunktur ile larva, hi̇pnoz, sülük, kupa ve ozon uygulamaları alanlarında eğitim standartlarının yayınlanması önemli bir gelişme.
Ülkenin 4 bin 750 endemik bitki var. “Tüm Avrupa’daki endemik bitkileri topladığınızda bile Türkiye’deki sayıya ulaşılamıyor.
Ne binlerce yıllık geleneksel tıbbı, ne de bugünkü modern tıbbın imkanlarını yok sayabiliriz. Her ikisinin getirilerini bir araya getirmemiz ve birleştirmemiz, insanoğluna daha fazla sayıda şifa metodu sunabiliriz. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp ile modern tıp birbirlerinin alternatifi değil destekleyicisi halini almalıdır.
Son olarak ne diyeceksiniz?
Tüm dünyaya da ilaç ruhsatlandırma kriteri için hücre kültür çalışması, hayvan deneyleri, faz deneyleri (faz 1-2-3) derken, en hızlı çıkacak ilaç 10 yılda işlemler tamamlanabiliyor. Oysa bitkisel ilaçlar binlerce yıldır kullanılmaya devam ediyor. Mesela bir bilim adamı ya da bir yatırımcı bunları bile bile niye bu işe girsin? Tünelin ucu gözükmüyor.
Yani bir akademisyen öyle bir şeye kalkışsa ömrünün yetmeyeceğini bildiği için kimse uğraşmıyor, yatırımcı en az 10 yıl sonra ne olacağı belli olmayan bir projeye de kimse para yatırmıyor. Zaten devlet de üretim tesisi kurmuyor.
Dışa bağımlılıkta enerjiden sonra ikinci sırada ilaç geliyor. Allah korusun ilacını ithal ettiğimiz firmaların bize ürün vermediğini düşünün, ülkemiz gerçekten zor durumda kalır. Malum İran’a ambargo uygulandı ama İran artık şu anda biyoteknolojik ürünlerde ve ilaç konusunda kendi kendine yeter hale geldi. Akılları başına geldi. Darısı bize.
Patent kanunları vs hep bizim gibi ülkelerin aleyhine çalışıyor. Nüfusu büyük bir ülkeyiz. Dünya Patent Kanunu’na uyalım ama son dönemde getirilen ve elimizi bağlayan düzenlemeleri arkasındaki niyetleri ve bizim nasıl engellenmek istendiğimizi görelim.
Aslında bilim insanlarını, yatırımcıları ve endüstri liderlerini bir araya getirebilirsek o zaman gerçekten kendimize yetebilecek ve hatta başka ülkelere de ürettiğimiz ilaçları satabilecek ilaçlar geliştirebiliriz.
Türkiye’nin yetkin ve uzman bilim adamları var. Ama parça parça. Herkes kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir araya gelmedikçe faydalı bir şeyler üretmek mümkün değil.
Tıpkı savunma sanayiinde sağlanan anlayış ve kümeleşme ilaç alanında da yapılabilir. Sadece muadil ya da fason ürün olarak değil yenilikçi ilaç dediğimiz kendi molekülümüz, özlük haklarıyla yani patenti ve yayınları ile tamamen ülkemize ait ilaç geliştirebiliriz.
Daha da önemlisi Hindistan, İran, Çin, Rusya gibi kendi tıp ve tedavi anlayışımızı meydana getirebiliriz.
Kendi ilacımızı geliştirmek bize büyük öz güven sağlayacak. Biz molekülü hemen Faz-III yada Faz-IV’e kadar çıkaralım demiyoruz.
Molekülü Faz-I’e getirmek bile önemli bir aşama. 4-5 milyon dolarlık yatırım anlamı taşıyor çünkü. 100 milyon dolar etmeye başlıyor.
Büyük firmalar satın almak için peşinize düşüyor hemen. Yani ekonomik anlamda da kazançlı olan projeler. Satın alan firma geliştirmeyi yapıyor, güvenlik çalışmasını yapıyor ve piyasaya sunuyor. Ülkemizde faz çalışmalarını yapabilecek merkezler var artık.