PISA Sonuçlarının Öğrettikleri

Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi,  iortas@cu.edu.tr

 

 

Bugün ülkemizin temel sorunu nedir diye sorarsanız, ban göre eğitimimizin kalite sorunu ve buna bağlı olarak yaşadığımız ve gelecekte yaşayacağı bir dizi ciddi zincirleme sorundur derim. Türkiye’nin eğitim karnesi hemen herkesin beklediğinin daha gerisinden olduğu son 2015 PISA sonuçları ile bir kez daha ispatlanmış oldu.

PISA 2015 Sonuçları Ne İfade Ediyor

PISA 2015 sonuçları açıklandı ve basına yansıyan ilk bilgiler Türkiye’den sınava giren öğrencilerimizin eğitim becerileri ve kalitesinin iyileşmediği ve 2003 yılı düzeyinin gerisine geçtiği yönünde. Türkiye’nin bu keskin gerilemenin nedenini anlamadan ileri düzeyde gelişmiş bilim yapan ve teknoloji üreten bir ülke olmak için yol alamayız.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından her üç yılda bir gerçekleştirilen PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) 2015 yılı sonuçlarına göre Türkiye, fen bilimleri alanında OECD ortalamasının 493 puan olduğu çalışmada Türkiye 425 puanla 72 ülke arasında 53. sırada.

Türkiye, okuma becerilerinde OECD ortalaması olan 446 ortalamanın 18 puan altında 428 puanla 51. Matematik alanında OECD ortalaması olan 490 puanın 70 puan altında kalarak, 420 puanla 50. sırada yer alıyor. PISA 2015 sonuçları 2012’ye göre matematikte 28 puan gerileyerek 420 puan, fende 38 puan gerileyerek 425 puan ve de okumada ise 47 puan gerileyerek 428 puan alabilmiştir. Bu puanların Türkiye’de yapılan bütün sınavlar ile örtüştüğü ve eldeki somut veriler ile karşılaştırıldığında çok da garipsenecek bir durum yok.

Bütün PISA, TEOG, ÖSYM, ALES, KPSS, Yabancı dil sınav sonuçları ortada. Ancak eğitimin günümüzdeki önemi de ortada. Ancak ne yapıyoruz dendiğinde en az yaşım itibarı ile son 40 yıldır duyduğum sözler hep aynı. Ancak neden ilerleme kaydedemiyoruz sorusunun cevabına nedense kimse sağlıklı cevap vermiyor? Açıkçası çoğumuzda nedeni tam olarak analiz edip doyurucu bir açıklama yapmıyoruz.

PISA Sonuçlarının Anlamı Nedir? Neyin Habercisidir

Toplam 72 ülke arasında dünyanın 20 büyük ekonomisine sahip ülkenin fen okuryazarlığı alanında 53. sırada olması aynı zamanda ülkemizin bilim ve teknoloji üretme konusundaki geleceğimizi de işaret ediyor. Bu sonuçlar aşağıda da belirtiğim gibi matematiği öğretmiyoruz ifadesinin somut sonucu ve bu öngörümüz PISA sonuçları ile örtüşmektedir.  Türkiye PISA 2012’de Matematik alanında 448 puan, fen bilimleri alanında 463 puan, okuma alanında ise 475 puan almıştı. PISA sonuçları ayrıca ülkemizin genel başarı potansiyeli yanında başarı oranımızı da ortaya koyuyor.  Sınava katılan ülkelerin öğrencilerin üst düzey beceri gösterme ortalaması yüzde 15,3 iken bu oran Türkiye’deki öğrenciler için yüzde 1,6. Türkiye’de geçmişte öğrencilerin % 10 kadarı üstün başarılı gösterilirdi. Bugün bu durum % 1.6 ve bu oranla Türkiye’yi kendini muasır medeniyetler düzeyine ve ileri teknoloji üreten ve demokrasisi gelişmiş bir ülke konumuna taşıyamaz.

Okuduğunu Anlamayan veya Yanlış Anlayan Kişi Her Türlü Yanlışa Yol Açabilir

PISA sınavına katılan 15 yaş gurubunda 6000 öğrencimizin çoğunluğu anlaşılan okuduğunu anlamıyor. Okuduğunu anlamayan kişi hiçbir sağlıklı analiz yapması beklenemez. Soruyu anlamak çözümün yarısı demektir. Konu anlaşılmadığı için ülkemiz bugün bir dizi ciddi sorun yaşamaktadır. Bugün okuduğumuzu iyi anlamadığımız için MIŞ gibi yaşıyoruz. Bir birimizi dinlemiyoruz, dinlediğimizi de yanlış anlıyoruz, anladığımızı sandığımızı da yanlış algılıyoruz.

İçinde yaşadığı doğanın kurallarını bilmek, neyin nasıl olduğunu sebep sonuç ilişkisini kavrayamayan kişi yaşamı da iyi kavrayamaz. Yani fen konusunda diğer bütün sınavlarda en zayıf olduğumuz alanların başında geliyor. Öğrencilerimiz dört işlemi problemlerini de çözemiyor.  Soyut düşünmeye dayalı sorun çözme, analiz etme doğrudan matematik ile ilgilidir. Matematik bilmeyen bir toplumun bilim yapması, teknoloji üretmesi ve bu dünyada gelişerek refah içinde yaşaması artık imkânsız. Bütün bu sonuçlar ve bizim ülkemizdeki sınav sonuçları çok sınırlı sayıda öğrencimizin (% 1-3 kadarı) ancak farkınavarılabilirliği yüksek ve öğrenme becerilerini geliştirmiş olduğu görülüyor. Diğerleri maalesef yetersiz. Bu çocuklar ile ileride yaratıcı düşünce üreten yeni buluş bulan iyi mühendis, doktor, avukat, sosyal bilimci çıkarmayacağız demektir. Bu profile bizim ileride bilim ve teknoloji yapamayacağımız görülüyor.

Ayrıca okuduğunu anlamayan veya yanlış anlayan insanın, yanlış anlamdan dolayı ne tür sorunlar çıkaracağı yaşadığımız çevremizde açık açık görüyoruz. Kamuoyu araştırmacıları sık sık ülke çapında yaptıkları araştırmada toplumun %60-70 kadar nasıl bir yönetim sistemi ile yönetildiğini bilmediğini belirtiyorlar. Ülkenin neredeyse % 90’nından fazlasının anayasanın bir tek maddesini bile bilmediği belirtiliyor. Çok az okuyan, neredeyse yazmayan ve yalnızca duyduğu ile yetinen ve ezbere konuşan bir toplumun çocuklarının da okuma ve anlamada yetersiz kalması çok kritik edilemez. Bütün bunların çarpan etkisinin sonucunda bu denli sorun yaşaması kaçınılmaz. Bu kadar şiddet, kadın cinayetleri, sokaklarda bir birini tanımadan renginden dolayı saldıran veya saldırıya uğrayan insanların tüm yaşadıkları konunun anlaşılmamasından kaynaklanmıyor mu?

Sorun Eğitim Amacımızın ve Stratejimizin Olmamasındandır

Geriye doğru gittiğimizde Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizin ciddi bir eğitim başarısı var ve son meyvelerini de sayın Prof. Dr. Aziz Sancar’ın ben Cumhuriyet okullarında aldığım eğitim ile Nobel aldım demesi gibi somut bir “yapabilirim ışığımız” var. Aziz Sancar Nobel başarısı ile eğitim nitelikli, fen okuryazarlığı temelinde ve bilimsel verilere bağlı olarak verilirse biz de başarılı oluruz mesajını vermiştir.

Türkiye’nin hiç kompleks (guru meselesi) yapmadan eğitim sistemini masaya yatırması ve sorunları ile yüzleşmesi gerekir. Kendi ülkemizin geçmişteki Köy Enstitüler başarısı ve onun yetiştirdiği öğretmen yetiştirme sistemini elimizden kaçırdık. Artık çoğumuz Dünyanın diğer eğitim konusunda başarılı olmuş ülkelerin nasıl yaptığına bakmayı daha çok benimsiyoruz. Bu konuda ben de zorunlu olarak iyi örnek olsun diye Finlandiya, İsviçre, G. Kore, Singapur ve diğer Asya ülkelerini örnek gösteriyorum. 2015 yılı PISA sonuçlarında sıralamanın ilk basamağında Singapur bulunuyor. Çok genç bir ülke ve başarısının altındaki etkenleri Singapur Ulusal Eğitim Enstitüsü’nü kurucularından Nanyang Teknoloji Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Sing Kong Lee, başarının sırrındaki kilit faktörü olarak “öğretim standardı” diye ifade ediyor. BBC’nin haberine göre Prof. Lee, “Singapur kaliteli bir öğretim sistemi ve prestij ki bir eğitim ile beraber en iyi mezunları yetiştirmek için uzun yıllar çalıştı ve bunun için de çok büyük yatırımlar yaptı” diyor. Prof. Lee diyor ki en büyük unsur ise, “öğretmen olacak kişilerin mezunlar arasında en başarılı yüzde beşlik dilimden geliyor olması” geliyor. Yani öğreticileri en iyiler içinde seçiyor. Yani LİYAKAT esaslı çalışıyorlar. Finlandiya da öğretmenlerin yüksek lisans eğitimi aldığını daha önce yazdık.

Asya’nın Başarısı Tesadüfi Değil, Tamamen Ekonomik ve Sosyal Dinamiklere Bağlıdır

Son yıllarda ekonomik dinamiklerin Asya’ya kayması, Avrupa’nın eski aydınlanmacı yapısından uzaklaşması ve ideolojik olarak hızla kimlik siyasetine yönelmesinin yansıması PISA sonuçlarına yansımışa benziyor. İlk on sırada Asya ülkelerinin olması bu bakımdan tesadüfü değildir. Asyalıların bir büyüme ve gelişme hedefi var iken batı ülkelerinde bu hedefler daha düşük ve giderek daha gerilere savrulduğu görülüyor. Asya ülkeleri yıllık ortalama % 6-10 oranında büyürken, batı ülkeleri % 1-3 arasında büyüyorlar. Son yıllarda ABD ve Almanya gibi endüstri ülkeleri Asya ülkelerinin öne çıkması batınında sık sık gündemine gelmekte ve konunun gelecekleri için ne anlama geldiğini fark edip önlem almaya çalışıyorlar. Konuya ilişkin 29 Aralık 2010 tarihli The New York Times gazetesinde çıkan bir yorumda Çinli bir sınıfta çocukların Euklit teromelerini ezber bildikleri ve geometride çok başarılı oldukları Amerikalıların da dünyada 15-31 sıralarda yer alıklarını belirtiyorlar. Çoğunlukla Çin ve Güney Asya ülkelerindeki başarının sırını, çok çalışmaysa, disiplini eğitime, tam gün okulun olması ve çok az TV izlenmesine bağlıyorlar.

Sorun Para mı Anlayış mı?

Önceleri sanıldı ki tek sorun ülkemiz eğitime yeterli para ayıramıyor. Doğru 2015 OECD verilerine göre öğrenci başına en az parayı harcayan ülkeler içinde ikinci sırada Türkiye geliyor. Ancak son yıllarda yüzde olarak olmasa da miktar olarak önemli ölçüde artış sağlandı fakat sorun salt para sorunu olmadığı da anlaşıldı. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadarı ile aileler çocuklarının eğitimi için her şeylerini harcamaktadırlar. Vatandaş özel okullar üzerinden devletin üzerinden önemli bir yüke kendi üstüne almıştır. Buna rağmen ülkemizde bırakın ileriye gitmeyi gerilediğimiz somut PISA; ÖSYM, TEOG rakamlar ile ortada. Ayrıca bir hoca olarak öğrencilerin sınavlarda sorulan sorulara verdikleri cevaplar eğitimimizin acı durumunu üzülerek görüyoruz. Öğrencilerin genel kültür, tarih ve sosyal derslerde ne kadar yetersiz olduğuna inanamıyoruz.

İlginizi Çekebilir:Fizikî Varlık ve Hareketlerimiz…

Prof. Dr. Ziya Selçuk (1 Şubat 2011) o dönemki Radikal Gazetesindeki köşesinde, OECD ülkeleri içinde, veli katkısıyla birlikte öğrenci başına en çok para harcayan ülke Türkiye olmasına rağmen başarı sıralamasında ilk 30’da bile yer alamıyoruz. Aslında aileler devletin yapması gereken eğitimin ağırlıklı yükü omuzlarına almış ve devlet ekonomik olarak kısmen rahatlamış. Bizde eğitim ailelere yüklenmiş. Tek hedef var o da sınavı kazanmak. Ancak eğitimin kalitesi yine artmamış. Sayın Selçuk’a göre “devletin devasal eğitim kurumu etkin değil, üretemiyor ve geleceğin yetişmiş insan gücünü oluşturamıyor”. Kapitalizmin en ileri ülkesi Amerika Birleşik Devletlerinde bile eğitim devletin kontrolünde ve çok az sayıda sayılacak kadar özel ilk ve orta öğretim okulu var. Avrupa’da keza çok sınırlı sayıda özel okul bulunmaktadır.

Ülkemizin Belirlenmiş Somut Eğitim Amacı ve Hedefi Yok

Planlama konusu çok ciddi ve belki de öncelikli konu. Eğitim gibi en pahalı yatırımda ne tür bir hedefin olduğu ve bunu başarmak için ne tür insan gücüne ihtiyaç duyduğunuzu ve bunun sürdürebilirliğini sağlamak için ne kadar kaynak ayrılacağını hesaplamak gerekir.

Ancak sorun temelde bir planlama sorunu, amaç ve hedef sorunu. Öğretmen kalitesi, öğretim üyesi kalitesi ile ilgi ciddi bir sorun yaşıyor. Hepsinden önemlisi ülkemizde ciddi bir objektif eğitim ortamı yaratma sorunu yaşanıyor. Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı eğitim politikaları eğitimin yapısal sorunları ile bütünleşince, eğitim yerine ezbere dayalı bir öğretme sistemi oluştu. Ezbere ve sınava dayalı bu yapı ile söz konusu sınav sonuçları ortaya çıkmış durumdadır.

Sorun Tek başına Derslik, Bina, Öğretmen ve Yönetici Değişikliği Değildir

Son yıllarda öğrencilerin temel yeterlik düzeyinin altındaki öğrencilerin beceri düzeylerinde genel bir iyileşme olmasına rağmen bu durum genel ortalamayı değiştirememektedir. Sosyoekonomik kökenle öğrenci başarısı arasındaki farklılığın giderilmesi için bir an önce derslik açığı, öğretmen açığı, dersliklerdeki kalite ve öğrenci sayısı yanında eğitimde niteliğe önem verilmesi ile Türkiye PISA sınavlarında ilerleyebileceği bekleniliyor. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz Bey de benzer görüşleri ileri sürüyor. Eski Milli Eğitim bakanlarından Sayın Hüseyin Çelik PISA 2006 sonuçları konusunda basına yaptığı değerlendirmede “ben 2006 PISA programından da ekstra bir başarı beklemiyorum. Ne zaman başarı bekleyeceğiz. Müfredatımız tam devreye girdikten sonra, PISA’da da müfredatımızın dayandığı temel paradigmaya uygun olarak sorular sorulduğu için Türkiye esas başarı skalasında yerini alacak” ifadesini kullanmıştı. Arada 10 yıl geçti bugün biz daha gerilerdeyiz. Üzerinden birkaç müfredat değişikliği daha geçti. 4 +4+4 devreye gireli 5 yıl oldu sonuç yine değişmedi. O zaman bir başka temel solunumuz var demektir. Bu sorunu uzmanların oturup ciddi olarak incelmesi ve mutlaka ülkemizin geleceği olan eğitimi evrensel boyuta getirmesi gerekir.

Ülkemizde bölgeler arasında ciddi farklılıkların olduğu doğru. Ancak yine de Anadolu’da bazı illerin dönem dönem başarılı sonuçlar alınırken. İstanbul ve Ankara gibi metropollerde de çok başarısız okulların olduğu da bir gerçek. ABD’de bölgesel farklılıklar olmasına rağmen eğitim yine kendi çapında ciddi olarak yapılmaktadır. Prof. Dr. Ziya Selçuk, “Sosyoekonomik açıdan öğrenciler arasında ‘başarı uçurumu’, Türkiye’de çok derin” olduğunu belirterek, Türkiye’de en üst çeyrekteki öğrenciler, ortalama 92 puan daha fazla aldığını ancak Finlandiya’da 61, Hırvatistan’da 73 olduğunu belirtiyor.

Öğretemiyoruz ve Öğrenemiyoruz

Mevcut durumda ilk ve ortaöğretimde öğretmenin temel görevi her şeyden önce kendi konusunda yetkin ve evrensel bilgi birikimine sahip ve öğrenciye “doğru bilgiye sahip ve bunu en iyi şekilde öğretmekle yükümlü” kişidir. Üniversitede ise öğretim üyesinin temel görevi ise öncelikle kendi çalışma alanında yetkin olmak, evrensel bilgi ve kültürel değer yargılarına sahip olmak, bilimsel olmayan bilgiden kaçınan somut veriye dayalı çalıştığı alanda ürettiği bilgiyi gelecek kuşaklara aktarmakla görevlidir. Dünyanın birçok yerinde öğretim üyeleri ancak kendi çalışma alanı ile ilgili alanda ders veriler. Bazı servis dersleri öğretim görevlileri tarafından verilir. Ancak onlarda kendi konularında yetkin kişilerdir. Hiç bilmediği ve tek kelime okumadığı bir alanda ders verilmez.

Sorun bence öğrenemiyoruz çünkü öğretiliyoruz eğitilmiyoruz. Nedeni de yöntem ve yöntem kavramlarını bilmiyoruz. Gelişmiş ülkeler eğitim yapıyor ve insanına konuyu kavratıyor düşündürtüyor üzerinde beyin jimnastiği yaptırıyor. Biz ise sınava hazırlıyor ve test çözdürtüyoruz. Sanırım fark burada.

Singapurlu Prof. Lee’nin belirtiği en iyi öğretmen ifadesi yeniden dikkate alınmalı ve ülkemiz öğretmen yetiştirmeye ciddi önem vermelidir. Artık bugüne uyguladığımız yöntemin çalışmadığı ortada ve karın doyurmuyor. Gerçekçi olup ülkemizin çağından kopmaması için insanı çağcıl yetiştirmesi gerekir. Bu sorun bir zekâ sorunu değil, bir plan program ve strateji sorunudur.

PISA Sınavında Ne Tür Sorular Soruluyor?

Sınavda çoktan seçmeli, karmaşık çoktan seçmeli, açık uçlu, kapalı uçlu gibi değişik soru türleri sorulmakta. Geçmişte yapılan bazı sınav sorularına bakınca öğrenciden okuduğunu dikkatlice okuması, soruyu iyi anlaması ve işlem yapması gerekiyor. Örneğin bir soru. İçme suyundaki kirlilik aşağıdaki hastalıklardan hangilerine neden olabilir? Evet ya da Hayır’ı işaretleyiniz.

Diyabet: Evet/Hayır

İshal: Evet/Hayrı

AIDS: Evet/Hayır

Bir başka soru, Nick evinin çatısını kaplayacak ve çatının uzunluğu 5.25 metre, genişliği 3 metredir. Metrekare başına 81 kiremit kullanılacağına göre, çatının kaplanması için toplam kaç kiremit gerekecektir? Hesaplayınız.  Hürriyet gazetesi haberine göre bu sorulara öğrencilerimiz cevap verememişlerdir.

Bu sorular öncelikle okuduğunu anlama ve bilmeyi gerektiriyor, muhakeme gerektiriyor. Bu ve benzeri hatta daha ağır sorular TEOG da da soruluyor. PISA sınavı soruları 72 ülkede aynı şekilde soruluyor. Acaba İngilizce hazırlanan ve sonrada Türkçeye çevrilen soruları öğrencilerimiz anlamıyor mu diye kendi kendime sorum. Asya ülkeleri, Finlandiya kendi dillerinde gayet başarılı bir şekilde sorulara cevap veriyorlar. Sınav 15 yaş grubu öğrencilerin bulunduğu tüm okullar (İlköğretim, Genel Lise, Anadolu Lisesi,  Fen Lisesi, Meslek Lisesi, Anadolu Meslek Lisesi, Çok Programlı Liseler, Özel Okullarda öğrenim gören öğrenciye sorulduğu için gerçekçi bir ölçüm sağlıyor. Sınav ve sorulan sorulara getirilecek bir eleştiri görülmüyor. Üniversite öğrencilerinin sorulara verdiği cevaplara bakınca çok da farklı bir durum olmadığı anlaşılıyor. Sorun yine bizim kendi sistemimizde ve eğitim yönetimimizde aramamız gerekiyor.

Fen, Matematik ve İngilizceyi Öğretemedik.

Türkiye maalesef bu konuda sürekli kâğıt üstünde plan yapıyor görünüyor ancak yapılan plan ve projenin izlenmesi ve gerçekleşme durumunu hiç görmedim. Ortaöğretimde ve üniversite yabancı dili öğretemedi. Yedi yıl ortaöğretim 4 yıl üniversite 11 yılın sonunda tek cümle İngilizce kuramayan bir mezun. Nasıl oluyor bir tek cümle kuramıyoruz. Bilimlerin dili matematik bilgimiz nerdeyse yerlerde sürükleniyor. Matematik bilmeden bilimsel bilgiyi hayata dönüştürebilir mi. Aynı matematik kitabını Harverd üniversitesi de okutuyor biz de üniversitelerimizde okutuyoruz. Ancak biz matematiği tekniğe dönüştüremiyoruz. Bilimin ve bilginin grafiğe dökülmesi, grafiğin formül olarak yasalaşması ve onunda bilgisayar üzerinden teknolojiye dönüştürmesi konusunu maalesef beceremedik. Bilgisayar yalnızca tuşlara basmak değil veriyi teknolojiye matematik dili üzerinden dönüştürebilmektir.

Bu bağlamda yabancı dil özellikle İngilizce, bilimin dili matematik ve teknolojinin dili bilgisayarı öğretemedik. Üç alanlardaki başarısızlığın nedeni öğrencilerimiz ve zekâmız değil sistemimsimizin yetersizliği ve öğretme yöntemlerimizin sorgulanması gerektiğini

düşünüyorum. Öğretmen ve öğretim üyesi kalitesinin yendin ele alınması gerekiyor.

Bilgisayarı da Öğretemedik.

Bilişim teknolojileri çağında her şeyin dijitalleştiği günümüzde çok küçük bir grubun dışında çoğumuz bilgisayar okuryazarı olamadık. Burada da matematik bilmemenin ve dil bilmemenin konu ile doğrudan ilişkisi var gibime geliyor. Endüstri devriminin bir üst aşaması olan Endüstri 4.0 çağında birçok şey bilgisayar robotlarca yönetilecek olması bilgisayar okuryazarlığında yetersiz olmamız PISA sonuçları benzeri diğer bir sorun.

Özet olarak;

Herkesin malumu olan PISA sonuçları ülkemizin eğitim kalitesini artık taşınamaz bir konuma geldiğini gösteriyor. Bu sonuçlar ileride okuduğunu anlamayan, dilini konuştuğu yurttaşı ile bir birini anlamayan insanların olduğu bir ülkede sürekli sorun yaşıyor olacağımızın habercisidir. Bu sonuçlar ileride ülkemizde iyi yetişmiş yaratıcılığı gelişmiş sorun çözen nitelikli mühendislerin ve doktorların olmayacağının habercisi. Bu sonuçlar ülkemizin gelecekte bili yapamayacağını ve teknoloji üreterek ülkenin yüzünü güldürecek gelişmişliğe ulaşılmayacağını gösteriyor.

Ülkemizin bugün en ciddi sorunu eğitimin içinde bulunduğu durumudur, diğer sorunlar zincirleme olarak eğitimden kaynaklanıyor. Öncelik eğitimin bu durmadan kurtarılması için Milli Eğitim adı gibi milli bir sorun olarak siyaset üstü bir yaklaşımla çözmek gerekir.

Eğitim Ortamı Kişinin Özgürce Kendisini Geliştirmesine Olanak Sağlamıyor

Birçok alanda eğitimde başarısızlığımız altında öğretememek faktörü olduğu gibi yaşam ortamı da öğrenmemizi engelliyor. Etkili öğrenmenin yapılması için alt yapı ve eğitim iklimimiz de uygun değil. Her şeyden önce okullarda ve üniversitelerimizde demokratik bir ortamımız maalesef olmadı. Okullarımızda her şeyden önce özgür düşünme, kendini ifade etme ve soru sorma maalesef çok kolay olmamaktadır. Filli olmasa bile görünür ve görünmez bir idari ve mahalle baskısı hep hissediliyor. Çok geniş bir öğrenci ve eğitmen kesiminin şöyle şöyle konuşursam başıma iş mi alırım kaygısı taşıdığı aşikârdır. Okullarda ve üniversitelerde tartışma ve kişinin kendini gerçekleştirme ortamı maalesef çok da uygun değil. Hal böyle olunca kişinin kendisini geliştirmesi pek mümkün görülmüyor. İşin doğası gereği tartışmanın olmadığı yerde öğrenme ve kendini geliştirme de olmaz.

Sorun çok ciddi ve küçük bir iki rütüş ile geçiştirilecek düzeyde değildir. Türkiye öğretmen yetiştirme sorunu öncelikli ancak yükü tek başına öğretmenlere yüklemekle sorunun üstesinden gelemeyiz. Eğitim bir bütündür ve sorunların temelinde ideoloji ve sistem sorunu bulunmaktadır. Ve her sistemin bir ekonomik dayanağı ve ideolojisi vardır. Ülkenin ekonomik sosyal yapısı ve bunun üst yapısı olan ideolojisi dünyanın gerçeklerine uygun değilse sorun kaçınılmaz oluyor. Anlayış değişikliği yaratarak eğitimin siyaset üşüt bir anlayışla her türlü görüş ve inanca kör olması ve fen okuryazarlığı eksenine oturtulması zorunlu. Yoksa geleceğimiz bugünden daha parlak olmayacaktır.

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki eğitim politikaları incelendiğinde belirlenmiş bir amaç, politika ve hedefin olduğu görülüyor. Ülkemizin bugün eğitim ve bilimde belirlenmiş bir amacı ve politikası ne yazık ki net değil.

Yapılması gereken

Belirlenmiş bir eğitim ve bilim politikası oluşturmak

Eğitime ve bilime ayrılan GSMH’ payının artırılması

Öğretmen yetiştirme politikası yeniden belirlenmeli ve öğretmen okulları başlı başına bir politika ile sağlanmalı

Okul ortamı daha canlı ve öğrencinin yaşam sevincini oluşturacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Eğitim bilimsel temele dayalı ve fen okur-yazarlığı eksenine oturtulmalı. Yeniden okullarda laboratuvar, atölye ve işlikler kurulmalı. Yaparak öğrenme, el becerileri ve kişinin kendini gerçekleştirmesi sağlanmalı

Kişinin bağımsız düşünme, soyut düşünme, analitik düşünme ve yaratıcılık becerileri kazanmasına ortam hazırlanmalıdır.

Türkiye’nin üstesinde gelmeyeceği bir sorun değil. Yeter ki ideolojik ve ön yargılardan kendimizi kurtaralım ve dünya ölçeğinde bir amaç ve hedef koyalım. Hedeflerimizin gerçekleşme durumunu izleyelim.

 

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

DETERMİNİZM VE HÜR İRADE ÜZERİNE
Yeni Bilim Anlayışı için İslâmî bir Epistemoloji Önerisi
FELSEFENİN GEREKLİLİĞİ ÜZERİNE
Eğitimde Planlama, Muhteva ve Metot Sorunu  Üzerine
 ZAMAN DENEN SIR
Kuantumla Açılan Yeni Bir Alem: Atomun Metafizik Dünyası
İnsan ve Kainat | © 2017 | Tüm hakları saklıdır.