Tabiat Kanunlarına Yaklaşım
Bir yaratıcının varlığının kabulünün delillerini araştıran ve çıkarımlarını bu yönde yapan bilimsel yaklaşım ve çalışmaların bilim dünyasına ve insanlığa takdim edilmesinde büyük önem taşıyan bir konuyla ve bu yöndeki bilimsel çalışmalara yön verecek temel yaklaşım, fikrî alt yapı ve bilim felsefesi niteliğindeki bir içerikle karşınızdayız.
Dünyaca meşhur bazı fizikçiler tarafından kâinatın kökeninin kanunlar ve teorilerle açıklanmaya çalışıldığı bir dünyada, eşyanın bir yaratıcı tarafından var edildiği ve işletildiği hakikatinin kabulünü sağlam bir zemine yerleştirmek ve inkârın en temel noktadan çürüklüğünü ortaya koymak için tabiat kanunlarının mahiyetinin en net bir biçimde ortaya koyulması gerekiyor.
İşte daha 1900’lü yılların başında, din-bilim ve mantığı aynı potada eriten İslam ilm-i kelamı dehası Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’unun Mesnevi-i Nuriye eserinde, tabiat kanunlarının en net çizgilerle tarifinin yapıldığını ve çok açık bir üslupla mahiyetinin çözümlendiğini hayretle görüyoruz. (Kelâm ilmi: İslamiyet’in inanca dair meseleleriyle uğraşan ilim dalı. Usul-üd din de denilir.) Biz de bu noktadan hareketle ve konuyla ilgili Risale-i Nur’un değişik yerlerdeki tespitlerinden ve güncel bilimsel yaklaşımlardan yararlanarak bir hamur yoğurduk ve tabiat kanunlarının mahiyetini inceleme altına alarak, akademik nitelikli çözümlemeler ve net tanımlarla inkârın bu çürük tuzağını deşifre etmeye çalıştık.
Meşhur bir İslam klasiği haline gelmiş Mesnevi-i Nuriye eserinin Nokta risalesinde; “Nedir şu tabiat, kavanin, kuva ki, onlar ile kendilerini aldatıyorlar?” diye sorulmakta ve cevabı şöyle verilmektedir:
“Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anasır ve a’zasının ef’alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-yı İlahiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır. (Tabiat, şu görünen alemde mevcut unsurların ve eşyanın davranışlarını sınırları belirlenmiş bir düzen altına alan büyük, ilahî bir kanundur.) O şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. (O ilahi kanunun istikrarlı bir şekildeki devamlılığı nedeniyle, esasında dış dünyada maddi bir vücudu olmayan ve yanlış olarak tabiat kanunları diye isimlendirilen işleyiş kanunları sadece soyut bir kavram olduğu halde, zihinde ve hayalde adeta cisimleşmiştir ve sanki gerçek etki edici bir kuvvetmiş gibi telakki edilmiştir.)”
Bu etkileyici tespitlerden sonra, şunu önemle ifade etmemiz gerekiyor: Bir kanunun işleyişi için bir kanun koyucu, yani bir irade sahibi gereklidir, yoksa kanunların kendi başlarına işleme kabiliyetleri yoktur. Kanun, yapılan bir iş hakkında verilen kararın nasıl uygulanacağını gösteren prensiptir. Soyut bir kavramdır. Somut varlığı yoktur. Varlığı eserleri ve tesirleri ile bilinir. İcra edildiği zaman varlığını belli eder. “Mahkeme, mahkûmun idam kararını kararını uyguladı, infaz etti” dediğinizde kanun orada ortaya çıkar, hükmün icrasıyla kendini gösterir.
Tabiat kanunları da, eşya üzerinde etkisini gösteren, fakat haricî ve somut bir varlığı bulunmayan soyut kavramlardır. Yani aslında şu meşhur tabiat kanunları, içi boş kavramlardan ibarettirler. Esas itibariyle tabiat kanunları demek, sürekli olarak belli bir düzenlilikte hareket eden maddenin, bu hareketindeki düzenliliği nedeniyle belirlenebilen hareket prensiplerine verilen isimler demektir. Eğer madde düzenli hareket etmeseydi, hiç bir bilim dalı oluşmayacaktı denilebilir.
Bir temel bilgiyi netlikle ortaya koymamız gerekiyor: Tabiat kanunları, kendi kendilerini ve eşyayı yaratabilecek özellikte, maddî gerçekliğe sahip nesneler değillerdir. Herhangi bir olaya kaynaklık edemezler. Hiçbir oluşumun gerçek sebebi olamazlar. Peki nedir o zaman nedir tabiat kanunları? Maddenin düzenli hareketi nedeniyle gerçekleşen sistematik bir olayın veya oluşumun işleyiş şeklinin açıklamasından ve ifadesinden ibarettirler sadece. Yoksa bırakınız eşyayı yaratmayı veya eşyanın hareketine kaynaklık etmeyi, o kanunlar kendilerinin gerçek mahiyetlerini ve varlık sebeplerini bile açıklamazlar.
Örneğin bir tepeden aşağıdaki vadiye baksak ve görsek ki, her gün saat 12.00’de, 14.00’de, 16.00’da, 18.00’de ve 20.00’de bir tren geçiyor ve bu düzenli bir şekilde tekrarlanıyor. Bunun aksamaya uğramayan bir kural halinde tekrarlandığını görerek, meydana gelen olayın oluş şeklini, yani trenin geliş hareketinin işleyiş prensibini not defterimizde kayıt altına alsak ve şu açıklamayı yazsak: “Vadide her gün belli saatlerde bir tren geçer. Bu olay, bir kural halinde sürekli aksamadan tekrarlanır.” Bu tespit ettiğimiz gerçekliğin ve trenin her gün hangi zamanlarda ve hangi hızda geçtiğiyle ilgili kural ve kaideye, açıklama notlarımızda şöyle bir isim versek: “Trenin hareket kanunu.”
Acaba biz bu ismi verdiğimiz için, “trenin hareket kanunu” canlanıp maddî bir varlık haline gelir mi ve zamanda geriye gidip, o treni belli saatlerde ve belli hızlarda geçiren şuur sahibi bir güç şekline girebilir mi? Hatta o treni tasarlayan ve yapan olabilir mi? Böyle saçma bir düşünce bilimsel olarak kabul görebilir mi?
İşte tekraren en açık şekliyle ortaya koyuyoruz ki: Tabiat kanunları da aynen böyledir. Siz ortada görünen bir olaya süslü bir isim verdiniz veya o olayın meydana geliş prensiplerini kurallarıyla ortaya koydunuz diye, sizin o açıklamanız ne eşyayı yaratan gerçek bir sebep olur, ne de o olayı gerçekleştiren ve olayın kaynağı olan bir etki edici haline gelir.
Canlı veya cansız unsurları çalıştırdıkları iddia edilen tabiat kanunları; şuur, irade ve bilgi gerektiren işleri bir tarafa bırakın, maddî vücudu olmayan ve maddenin hareket ve işleyişinin yalnızca bir tarifinden ibaret olan soyut kavramlar olduklarından, hiçbir şeyin gerçek anlamda açıklaması olamazlar.
Stephen Hawking, televizyonda yapılan bir röportajda kendisine sorulan bir soruya çok ilginç bir cevap vererek, yerçekiminin kökünün M teorisi olduğunusöylemektedir. Oxford Üniversitesi’nde matematik profesörü ve “Aramızda Kalsın Tanrı Var” isimli kitabın yazarı ve aynı üniversitede bilim felsefesi dersi de veren Dr. John Lennox,
Stephen Hawking’in “Büyük Tasarım” kitabını ve “Her Şeyin Teorisi”ni çok çarpıcı bir şekilde değerlendiriyor:
“Bilim adamları matematiksel kanunlar içeren teorileri doğal olayları açıklamak için oluştururlar. Ancak teoriler ve kanunların kendileri bu doğal olayları yaratamazlar. Teoriler ve kanunlar belirli şartlar altında gerçekleşen şeylerin matematiksel açıklamalarıdırlar. Bir tabiat kanunu, tanımlayıcı ve öngörücüdür. Ancak yaratıcı değildir ve olamaz. Yani tabiat kanunları: “Şu şöyle olur ve bundan sonra da böyle olacaktır.” der sadece. Somutlaştıracak olursak, kanunların tanımlayıcı olması demek, nesnenin yerçekiminden dolayı düştüğünü söylemektir. Nesneyi elimizden bırakırsak düşeceğini söylemek ise, kanunların öngörücü olmasıdır. Fakat bu yaratıcı olmayı gerektirmiyor, olayı tarif ediyor sadece. Newton’un yerçekimi kanunu, yerçekimini veya yerçekiminden etkilenen maddeyi yaratamaz. Hatta Newton’un kendisinin de farkına vardığı gibi, bu kanun yerçekimini açıklamaz bile. Bilimsel kanunlar ne bir şey yaratabilirler ne de bir şeyin gerçekleşmesine sebep olabilirler.”
“Newton’un hareket kanunu hiç bir zaman bir bilardo topunu, bilardo masasının üzerinde hareket ettirmemiştir. Bilardo topu, ancak bir bilardo sopasının insan kasları tarafından kullanılmasıyla hareket ettirilebilir. Kanunlar, bizim topun hareketini incelememizi ve araya başka olaylar girene kadar izleyeceği yolu görmemizi sağlarlar. Ancak bu kanunlar yaratmak şöyle dursun, topu hareket bile ettiremezler.”
“Yaşadığımız dünyada basit bir aritmetik kuralı olan 1+1=2, hiç bir zaman hiçbir şeyi var etmemiştir. Bu kural, şimdiye kadar ne benim ne de başkasının banka hesabına para koymamıştır. Banka hesabıma bugün 1000 dolar ve yarın da 1000 dolar koysam, aritmetik kuralı bana 2000 dolarım olduğunu söyler. Ama ben kendim banka hesabıma hiç para koymasam ve bunu yapmasını aritmetik kurallarından beklesem, sonsuza kadar iflas etmiş olarak kalırım. Kanunların bir şey meydana getirebileceğini düşünmek, toplama işlemi yaparak para kazanabileceğinizi düşünmekten farksızdır.”
“Eğer elinizde A varsa B’yi bulursunuz, ancak önce A’yı elde etmeniz gerekir. Bunu kanunlar sizin için yapacak değildir. Matematik kanunlarının kendi başlarına kâinatı ve yaşamı yarattığı bir katı tabiatçı dünya, tamamen bilim kurgudan ibarettir.”
Dr. John Lennox’a çok teşekkür ediyor ve devam ediyoruz:
Diğer taraftan tabiat kanunlarının işleyiş prensipleriyle hareket eden ve işleyen tabiattaki tüm maddî unsurlar da gerçek anlamda bir etki edici sebep veya meydana getirdikleri oluşumun gerçek anlamda açıklayıcısı kabul edilemezler. Çünkü bir şeyin “basit şartı”, o şeyin “gerçek sebebi” ile aynı şey değildir. Bir bahçeyi sulamazsanız kurur. Buna bakarak suyun bahçedeki bitkilerin yegâne varlık sebebi olduğu söylenemez. Biz bunu söylüyoruz.
Bir televizyondaki görüntülerin ortaya çıkması, açma düğmesine basma şartına bağlıdır. Ama böyle diye televizyonu yapan ve çalıştıranın o sihirli düğme olduğuna inanmak; ancak televizyon üreten fabrikalardan, elektronik mühendislerinden ve televizyon içindeki çok sayıdaki elektronik parçanın varlığından yani medeniyetten habersiz ilkel bir insanın veya en iyi ihtimalle bir düşüncesizin işi olabilir.
Şimdi tekrar tabiat kanunlarıyla ilgili konumuza dönüyor ve soruyoruz: Maddenin düzensiz hareket ettiği bir durumda neyi kaideleştirip kitaba koyacaksınız ki? Neyin adına bilim diyeceksiniz? Bilim dediğimiz her şey ve bilim adına ne varsa, maddenin düzenli hareket edişi nedeniyle ortaya çıkan bir bilgi birikimidir ve kâinatın düzenliliğinin bir ifadesidir. Madde düzenli hareket etmeseydi, bilim diye bir şey olur muydu? Elbette olmazdı. İşte tabiat kanunları, maddî bir vücudu olmayan bir kavram olmakla beraber, maddenin nasıl hareket ettiğini ifade etmeye yarar sadece.
Demek istediğimiz şu ki; maddenin düzenli hareketini tabiat kanunlarına dayandırarak açıklamaya çalışmak aynen şu misale benziyor:
Usta bir mühendis tarafından tasarlanmış ve büyük bir fabrika tarafından üretilmiş bir yolcu uçağını, sadece havanın kaldırma gücüyle, termodinamik kanunuyla, elektrik kuvvetiyle ya da uçağın parçalarının bir araya gelmesi ile açıklamaya çalışmak, hatta daha da ileri gidip uçağın kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ve o uçağı tasarlayan mühendisi ya da fabrikasını hiç hesaba katmamak, ondan hiç bahsetmemek ve açıklamada onu konu dışı bırakmak, ne derece mantıktan ve bilimsellikten uzak bir izah ise; öyle de, bir uçaktan çok daha ileri bir uçuş sistemine sahip olan ve binlerce türü, yüz milyonlarca ferdi bulunan kuşların mekanizmasını tabiat kanunlarına dayandırmak, bu misalden bin kat daha akıl ve bilim dışıdır diye düşünüyoruz.
Nasıl ki bir uçak kendi parçalarını kendisi yapamaz. (Aksini iddia eden yoktur herhalde.) Öyle de kâinat içindeki maddî sebepler, uçağın parçaları gibidirler. Uçağın parçaları, bir mühendisin ilim ve iradesi, bir fabrikanın gücü olmadan yapılamazlar ve bir iş göremezler. Gerçi hiç kimse inkâr etmez ve herkes kabul eder ki; o uçak, o parçalar kullanılarak yapılmıştır. Burası dikkat gerektiren ince bir noktadır. Biz de kabul ediyoruz bunu, inkâr etmiyoruz ki. Fakat diyoruz ki: “Ey arkadaş! Allah sana insaf versin! O parçalar ‘Bir araya gelelim de bir uçak oluşturalım’ diyemezler.” Biz bunu diyoruz. Bu kadar basit bir şeyi söylüyoruz. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Bunu ifade etmenin neresi bilim dışı?
Kâinatın kendisi de inşa edilmiş ve akıllıca tasarlanarak yapılmıştır ve içindeki eşya ve canlıların yapanı, kâinat olamaz diyoruz. Bu düşüncede asla maddi sebepleri inkâr etmek yok. Sebepler mi, bilim mi, tabiat mı, yaratıcı mı? Böyle bir ikileme, böyle bir tercihe gerek yok ki. Hepsi bir arada çalışıyor zaten! Bir uçağı termodinamik kanunundan ayıramazsınız, ayrı düşünemezsiniz. Bizim itiraz ettiğimiz nokta, o uçağın mühendisinin neden hesaba katılmadığıdır. Bütün derdimiz budur. Başka da bir şey değildir.
O maddi sebeplerin de, o sebepler kullanılarak yapılan sanatlı ve tasarımlı eşyanın da, onları yapabilecek özelliklere sahip biri tarafından yapılmış olduğuna aklen hükmetmek var burada.
Özetle tabiat kanunlarının dış dünyada maddî varlıkları yoktur, yalnız Allah’ın ilminde vardırlar ve kudretinin işlemesiyle icra edilirler. Süreklilik gösteren etki ve neticeleriyle varlıkları bilinir ve bir kaideye bağlı olarak çalıştıkları, ilmen tespit edilir. Tabiat, maddî gerçekliği olmayan hayalî bir kavramdır. Maddî bir varlığı kabul edilse bile, ancak işlenmiş bir sanat eseri olabilir, sanatı işleyen usta olamaz. Çünkü bunun için gerekli kabiliyet kendisinde yoktur ki yapabilsin.
Madem yoktur ve öyle bir kabiliyet kendisinde görünmüyor. O halde o işleri o yapmıyor, onun üstünde işleyen bir başkası tarafından yapılıyor demektir. Bu durumda tabiatın bir sanatkâr olmadığı, ancak üstünde resim yapılan bir tuval olduğu, o nedenle üstünde sanat eserleri göründüğünün kabul edilmesi zorunlu hale geliyor.
Tabiatın üzerinde bir takım nakışların işlediği görünüyor, biz de bunu inkâr etmiyoruz. Böyle bir davamız yok bizim. Bilimin verilerini aynen biz de kabul ediyoruz. Fakat yorum farklılığı var burada. Yorum farklılığına bilimin kesin verisi denmesine itiraz ediyoruz. Bizim de yorumumuz bu diyoruz. Bizim yorumumuz da bilimsel niteliktedir ve mantıken kabule daha layıktır diyoruz. O nakışları yapanın başkası olması gerekliliğini ifade ediyoruz.
Tabiat kanunları bir hüküm ifade ediyor, fakat o hükümleri koyanın yani hükmedenin, yani kanun koyucunun bir başkası olduğunu söylüyoruz. Tabiatın, bizlerin kısıtlı aklımızın nazarında ilahî kudretin büyüklük ve şerefine uygun görünmeyen hallerini örten bir perde görevi gördüğünü kabul ediyoruz, yaratıcı olduğunu reddediyoruz. Yaratılmış fiillerin tabiatın üstünde işlediğini ve fiilleri yaratıp işleyenin tabiatın bizzat kendisi olamayacağını söylüyoruz. Soyut varlığı olan bir tabiat kanunu, işleri bizzat kendi başına görme özelliğine sahip bir kudret değildir ki, eşyada olup biten işler tabiat kanunlarına havale edilsin.
Tabiat sadece bir cetvel gibi üzerinde yazı yazılandır. Kalemi tutan el, yazıyı yazan kişi değildir ve olamaz.
Kaynaklar:
- Sözüer, Ediz, Tabiat Risalesi Açılımları, 2015
- Sözüer, Ediz, Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı temel/kaynak kitabı ve akademik ders müfredatı, 2017
- Nursî, Said, Tabiat Risalesi (Risale-i Nur Külliyatı)
- Nursî, Said, Mesnevi-i Nuriye, Nokta Risalesi (Risale-i Nur Külliyatı)
- Lennox, John, Aramızda Kalsın Tanrı Var, 2013