Yard. Doçentlik Kalktığında Mesele Çözülmüş Olacak mı?

Üniversitenin kendi işleyişini kendisi belirleyebilmesi, bilimsel özgürlük, üretkenlik ve kalite gibi daha büyük sorunları var 

ortaş Yard. Doçentlik Kalktığında Mesele Çözülmüş Olacak mı?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş Çukurova Üniversitesi

Yardımcı Doçentlik Üniversitelerin Sorunu mu?

Sayın Cumhurbaşkanı önce Beştepe’de sonra da Marmara Üniversitesi’nde yaptığı konuşmalarında, “yardımcı doçentlik ile ilgili çeşitli şikâyetler aldığını; yardımcı doçentliğin sadece bir siyasi karar olduğunu ve bu ara unvanı ortadan kaldırıp doktoradan sonra doğrudan doçentliğe geçilmesini temin edecek bir düzenleme yapılması için YÖK Başkanına talimat verdiğini ve büyükle ihtimalle önümüzdeki hafta sorunun parlamentoda çözüleceğini” ifade ederek bir anda üniversitelerin devasa sorunları yanında çok da önemsenmeyen Yardımcı Doçentlik sorunu bu konuşmalardan sonra bir anda YÖK ve Üniversiteler için sorun olarak işlenmeye başlanmış oldu.

Sayın Cumhurbaşkanın talimatları ile YÖK’ün TBMM’sine sunduğu teklifte yardım doçentlik kalkıyor yerine doktoralı öğretim üyeliği getiriliyor. Sayın Cumhurbaşkanın danışmanları bu konuda Cumhurbaşkanına ne tür bilgiler sundular bilmiyoruz. Ancak Türkiye üniversitelerinin çok daha ağır temel sorunları olduğu hepimizin malumu.

Yardımcı Doçentlik Üniversite Sistemimize Nasıl Girdi?

2017 yılı verileri bazında Türkiye’de toplam 196 üniversitedeki öğretim elemanlarının akademik unvanlarına göre dağılımına bakıldığında, bunların 21 bin 958’i profesör, 14 bin 497’si doçent, 34 bin 196’sı yardımcı doçent olarak tanımlandığında yarımcı doçentler öğretim üyeleri içinde en büyük zümreyi oluşturmaktadır.

1933 Üniversite Reformu ile ülkemizde öğretim üyesi olarak doçent, profesör ve ordinaryüs profesör unvanları öngörülmüş ancak daha sonra ordinaryüs profesör unvanı kaldırıldı. 2547 Sayılı YÖK yasası ile Amerikan üniversite modelindeki “assistant professor” unvanına denk gelen Yardımcı Doçentlik kadro unvanı modeli benimsendi. ABD ekolünde Yard. Doç. sürekli bir kadro değil. Belirli süre ile görev alır ve doçentliğe hazırlanma süreci tanınmış araştırmacı konumundadır.

Yeni Yasa Teklifi Yard. Doçentlerin ve Üniversitenin Hangi Sorunu Çözecek?

Yardımcı doçent sayılarının fazlalığının nedeni adayların yabancı dil barajını aşamaması, geriye kalan bir kısmının da yetersiz araştırma ortamından dolayı yayın yapamamasıdır. Yürürlükteki 2547 sayılı yasa ve mevzuata göre yeterli yayına sahip herhangi doktoralı bir kişi yardımcı doçent olmadan doğrudan doçentliğe başvurabilir ve gerekli yayın ve sözlü sınavı geçerse doçent unvanını alabilir. Ayrıca üniversite dışından da doğrudan doçentliğe başvurabilir ve doçent olabilir. Bu bağlamda yardımcı doçentlik gibi bir ara kadro ülkemiz üniversitelerinin sorunu değildir. Ancak doğal olarak özlük hakları ve maaş yetersizliği nedeniyle her akademisyen bir an önce yardımcı doçent ve kısa sürede doçent ve profesör olarak akademik aşama yapmak ister. Buda her akademisyenin doğal hakkıdır. Ancak üniversitenin akademik kadrolarını oluşturmada bilim insanı kimliğine uygun liyakatli adaylar arasında evrensel ölçekte ölçütler ile belirleyerek insanlığın sorunlarının çözümüne katkı kişilere bünyelerine katmaktır. Bilim insanı yetiştirilmesi ve seçimi devlete memur alımından faklı özel konumları ve sınavları olan durumdur. Bilim insanlığı işi, görevi ve sorumluluğu çok yüksektir. Akademik bilgi birikimi, çalışma azminin yanında, soyut ve analitik düşünme becerisi gibi koşulları da taşımak gerektiren bir yaşam biçimidir.

Bu bağlamda YÖK’ün TBMM’ye sunduğu Yard. Doç. kadrolarının doktoralı öğretim üyeliğine dönüştürülmesi ve doçentlik sınavında bazı değişikliklerin yapılması üniversitelerin nitelikli bilim insanı seçme ve kurumuna kazandırılmasına ne tür bir katıda bulunacaktır. Yeni yasa bu bağlamda Yard. Doçentliğin kalitesini mi yükletilecek, araştırma ortamı mı iyileştirecektir? Bunlar net değil.

Yardımcı Doçentliğin Sorun Olarak Ortaya Koyduğu Yabacı Dilin Aşılaması Ve Yayın Yapma Ortamının Bulunamamasıdır

Türkiye’de çok ciddi bir yabancı dil öğretememe diye bilimsel araştırmalar ile tespitli bir olgumuz var. Ülkemizde orta öğretimde, lisede ve üniversitede dil öğretimi yöntem olarak becerilmediği açık. Belirli yaşı geçmiş çok sayıda akademisyen dili geçmediği için bilim de yapmamaktadır. Açılan çok sayıda yeni üniversitede yetersiz kadro ve alt yapı, teknik eleman ve yarımcı eleman sorunu nedeniyle araştırma yapma olanağı bulamayan çok sayıda araştırmacı da bulunmaktadır. Haftada 35-40 saat arası ders yükü olan çoğu öğretim üyesinin araştırma yapması sorunu altında yarımcı doçent nasıl akademik makale üretecektir? Yeni açılan üniversitelerde ders yükünün fazlalığı ile birlikte üniversite iklimi ve kültürü yeterince gelişmediği içinde doğal olarak motivasyonsuzluk ve verimsizlik oluşmaktadır. Hele bir de ikinci öğretim var ise araştırıcının haftalık 50 saatlik ders yükü altında bırakınız araştırma yapmaya yorgunluktan gazete okumaya bile zamanı olamaz.

Ana Sorun Ücret İçin Derse Girmektir: Ek Ders Ücretlerinin Kaldırılması Katkı Sağlayabilir

Üniversitelerdeki hem iç ilişkileri hem de araştırma yönelimini kökten bozan uygulama yardımcı doçentlik değil “ek ders” ve “ücretli ikinci öğretim” gibi uygulamalardır. Ek derslerin kaldırılması, bunun yerine özlük haklarının iyileştirilmesi ve performans sisteminin sağlıklı ölçütlere oturtulması yerinde olacaktır. Eğitim öğretimde ders için 10 saat ve danışmanlık için 10 saat toplam 20 saat üst sınır getirilmesi gerekir. Böylece Yardımcı Doçentlerin araştırmaya zamanı olabilir.

İlginizi Çekebilir:Doğru Bildiğimiz Yanlışlar ve Eksik Bildiğimiz Doğrular

Halen Türkiye’nin Dünyanın En İyi İlk 500 Üniversitesi İçinde Hiçbir Üniversitemiz Yok

Türkiye üniversitelerinin çok acil sorunu kalite ve nitelik sorunudur. Halen uluslararası ölçütlere göre dünyadaki en iyi 100 ve 500 üniversitesi arasında bir tek üniversitemiz yok. Ülkemizde birkaç çok iyi alt yapıya sahip üniversite var, ancak edindiğim bilgiye göre üniversite özerkliğinin zedelenmesi duygularına bağlı olarak bilim insanlarının motivasyonun düşük olduğu seziliyor. Bir kısmı da yurt dışına gidiyor ve ülkeye hiç dönmüyor. Maalesef üniversite ikliminin tam oluşamamasının da etkisi ile iyi akademisyenler beyin göçüne uğramaktadır.

Türkiye Üniversitelerinin Rekabet Gücü Yetersiz ve Zayıf

Çok yeni basına yansıyan haberlerde Türkiye üniversitelerinin dünya üniversiteleri ekseninde rekabet gücünün düşük olduğunu gösteriyor. YÖK bildiğimiz kadarı ile uzun zamandır Türk üniversiteleri değerlendirilmesi için Quacquarelli Symonds (QS) şirketi ile çalışmakta ve QS’e yaptırdığı üniversitelerimizin dünyadaki yeri konulu araştırma sonuçlarına göre Türkiye’deki 186 üniversiteden 47 tanesi belli bir puan alabilmekte, bilimsel 46 ölçütten ancak 23 alanda az sayıda üniversitemiz asgari kriterleri karşılayabilmektedir. Türkiye’deki 139 üniversite değerlendirmeye bile alınmaya değer görülmemektedir.  Rekabet edebilir olanların sayısı ise 10 ve bunları da dünyada ilk 1000 üniversite sıralamasında yer alamıyor. Türkiye’deki üniversitelerin başta sosyal bilimler olmak üzere anatomi ve fizyoloji, biyoloji, diş hekimliği, sanat ve tasarım, sahne sanatları, ilahiyat, felsefe, psikoloji, sosyal politika ve yönetim alanlarında rekabet edebilecek düzeyde olmadığı belirlenmiştir. Kaldı ki ülkemiz sosyal bilimci, sanatçı veya felsefeciler üzerinden sorunlara çözüm üretmeyi de çok arzuladığını sanmıyorum. Eğitim ve sosyal alanlarda ülkemizin yaşadığı sorunlar günden güne artmakta ve sorunun çözümü başka alanlar üzerinden sürdürmeye çalışmaktadır. Üniversitelerin bu ciddi sorunları ile ülkemizin ekonomisi, sosyal gelişmişliği ve demokrasi gelişimi arasında bir ilişkinin olduğunu söyleyebiliriz.

Bilimsel Çıktılarımızın Kalitesi ve Etkisi Düşük

Üniversitelerimiz bilimsel makale üretmede dünyada ilk 18-20. Sıralamada yer alırken bilimsel makalelere yapılan atıflarda 38-40 sırada yer almaktadır. Bilimsel makalelerimizin yayınlandığı dergilerin etki (impact) faktörü düşük. Üniversitelerin ürettiği patent sayısı bakımından OECD ülkeleri sıralamasının en alt basamağında yer almaktayız. Eğitim kalitemiz arzu edilen düzeyin çok gerisinde bulunmaktadır. Üniversite mezunlarımızın büyük çoğunluğunun diploması iş çevrelerince çok da yeterli görülmediği anlaşılıyor.

Yönetsel, Akademik ve Mail Özerklik Şart

Bilime yeterli yeri vermeyen ve özerkliği saygı göstermeyen bir toplumda hem bilimsel nitelik hem de akademik özgürlükler ciddi bir sorun olarak uzun zamandır tartışılıyor.

Üniversite üst yönetimlerinin belirlenmesi, yönetim organlarının, başta senatoların ve yönetim kurularının üniversite ve alt birimlerden oluşmaması özgür karar alınmasını sınırlayan faktörleridir. Bu durum kadrolaşmanın de siyasallaşmasına yol açmaktadır. Kararı merkezi erkte toplamak bilimsel ölçütleri ve liyakati artırmamakta, aksine siyasal etkilere açık hale getirmekte ve düşürmektedir. Köklü değişikliklerin siyasi otoritelerin talebi ile yürümeye kalkılınca doğal olarak, bunlar üniversite özerkliğini zorlayan uygulamalar olarak etkisini göstermektedir. Dünya üniversite tarihlerinin en önemli tecrübesi üniversitelerin özerklikten taviz vermemesidir.  Yıllardır üniversitelerimizin dünyadaki yerini ve üretkenliklerini izleyen bir akademisyen olarak şahsi gözlemim temel sorununu üniversite özerkliğinin evrensel ölçütlerden yoksun olması (Türkiye 1.5/8 ) ve bilimsel ölçütlerin bizim toplumumuzda bir saygı veya yerinin olmamasından kaynaklandığı kanaati taşıyorum.

1980’lı yıllarda belirlenmiş olan bilim politikası dışında, ülkemizin halen devlet katında belirlenmiş ve üniversiteler, TÜBİTAK ve TÜBA tarafından uygulamaya alınmış güncel bir bilim ve teknoloji politikamız maalesef yok. En üsten en alta birimlere kadar belirlenmiş bilim politikalarının olmaması, iç denetimlerin sağlıklı işlemediği yönündeki haklı eleştiriler bilim kuruluşlarının önemli sorunları arasındadır.

Akademik Karoların Oluşturulmasında Evrensel Ölçütlerimiz Tam Olarak Oluşturulmadı

Yönetsel ve mali özerkliğin sağlanamamış olması araştırma alt yapısının gelişmesini sağlamamaktadır. Başında beri akademik kadroların oluşması ve nitelikli akademik ve araştırmacı kadrolarının oluşmasında evrensel düzeyde ölçütlerimiz maalesef yok. Çok duygusal bir toplum olarak akademisyen seçimi liyakate ve seçiciliğe uygun yapılaması bugün ki verimsizliğin temel nedenlerinden biridir. 196 kadar üniversitemizin çoğunluğunda yetersiz alt yapı, oluşmayan üniversite iklimi koşullarda bilgi üretmek, hatta sorunlarını tartışmak ne yazık ki pek mümkün değil. Sık sık duyuyoruz bazı üniversitelerin çoğu birimlerinde nerdeyse seminer bile yapılmıyor, akademik bilimsel ve felsefi hiçbir konu konuşulmuyor.

Bugün ülkemiz üniversitelerinin sorunları bunlar. Yoksa yardımcı doçentlik sorunu teknik bir konu ve çözümü yine özerk üniversite ortamında, her üniversitenin kendi bilim politikasına ve stratejisine uygun akademik kadro tahsisi ile çözülecek bir sorun. ABD ve İngiltere’de bilim insanı olmak için başka bir dil bilmesi ön koşul olarak dayatılmıyor. Önemli olan kişinin bilimsel niteliklere ve ehliyete sahip olmasıdır. Dil bilmek bizim gibi İngilizce bilmeyen ülkeler için bilim takip etmek için kaçınılmaz. Dil bir araç, amaç değil. Dil sorunu olan akademisyenler için üç-beş aylık bir yurt dışı olanağı ile bu sorun büyük oranda aşılır. Üniversiteler mevcut durumda bile belirli bir planlama ile olanaklar ölçüsünde mali destek ve burslar ile sorunu çözebilirler.

Yeni Yasa İle Tembelliğin Kapısı Aralanmasın

Çözüm; yeni teklifle akademisyen olarak alınacak adaylarda aranacak ölçütlerin zayıflatılması değil amaca uygun olarak bilim insanı özelliklerini belirleyecek şekilde yeniden düzenlenmesidir. Çok nitelikli insanların üniversitelerde yer bulamaması sıkça eleştiri konusu olmaktadır. Üniversitelere alınan akademik düzeyi yetersiz kadrolar ile üniversitelerin yol alamadığı da aşikârdır. Bu konuda çok sık kamuoyunda eleştiri aldığımızı görüyoruz. Sorun yardımcı doçentliğin kaldırılması veya doçent olmayı kolaylaştıran yasa değişiklikleri değil, üniversitelerin niteliğini ve kalitesini artırmak için bilim, felsefe ve sanatın önemini kavratmak, buna uygun özerk ortamlar yaratmaktır. Bunlar ilgili makamlar ve kamuoyuyla paylaşılmalı, tartışılmalıdır. Üniversitelerin kendi organlarını nitelikli çoğunluğa göre belirlemek, üniversite bilim politikalarına ve stratejilerine uygun dinamik yapılar kurarak bilgi üretmek ve Türkiye’yi muasır medeniyeler seviyesine çıkarmaktır.

Sayın Cumhurbaşkanı Doğru Bilgilendirilmeli ve Bilimsel Bakışla Soruna Yaklaşılmalıdır

Ancak korkum odur ki Sayın Cumhurbaşkanına konu ile ilgili doğru ve detaylı bilgi verilmemiş olmasıdır. Üniversitelerin ve bilim kuruluşlarının işleyişi, yönetim modellerinin nasıl oluştuğu, üniversite gelenekleri, üniversite ikliminin (özerklik ve bilimsel özgürlüğün) zorunlu gerekliliği ve araştırma ve teknoloji geliştirmenin bütün sorunları konularında Sayın Cumhurbaşkanı’nı ve diğer ilgili devlet yetkililerinin doğru biçimde bilgilendirilmesi gerekir. Üniversitelerin kendi doğal kültürü, işleyişi, akademik kadrolarının oluşturulması kendine özgü ölçütlerinin olduğu bir bütünlük içinde iletilmesi gerekir. Üniversitelerin evrensel tanımına uygun olarak özerk olmasının özgür bilgi üretimi ve felsefe yapmak için zorunluluğu belirtilmeli. Üniversitelerin tarihsel olarak ve üstlendikleri görev gereği mutlaka akademik özerkliğe bağlı olarak akademik kadrolarını liyakat adaylı olarak evrensel ölçütlere uygun alınmasının nedenleri belirtilmelidir. Bunu sağlayacak en yetkin organ olan YÖK yetkilileri ve Cumhurbaşkanı eğitim-bilim danışmanlarıdır.

Özet olarak yarımcı doçentlerini akademik aşama yapasının önündeki zorlukların aşılması için yabacı dil bilgilerini geliştirme desteği, proje desteği, yayın yapma konusunda teknik desteklerin sağlanması mutlaka yapılmalıdır. Üniversite kamuoylarından edindiğim izlenime göre Yard. Doçentlerin kadro sorunu teknik bir konu. Akademik başarısı yeterli olan akademik personel Yard. Doç. olmadan da doğrudan doçentliğe başvurabilirler.

Asıl üniversitelerin yönetsel ve mali özerklik, akademik verimlilik, çıktılarının kalite sorunu, nitelikli öğretim kadrolarını yetiştirme, akademik bilgisi sağlam öğrenci bulma sorunları var. Ayrıca başta temel ve uygulamalı alanlar olmak üzere laboratuvarların temel alt yapı yetersizliği, proje bütçelerinin dünya ile rekabet edecek düzeyin çok gerisinde olması, Araştırma Görevlisi kadrolarının yetersizliği, nitelikli ara eleman bulunamaması nedeniyle nitelikli araştırmanın yapılaması sorunları var. Hepsinden önemlisi üniversitelik bilincinin ve üniversite iklimi-kültürünün üniversitelerimize kazandırılamaması sonucu üniversitelerimizin rekabet edebilme ve uluslararasılaşması sorunları bulunmaktadır. Üniversite çevrelerinden edindiğin izlenim, yeni yasa tasarısının yardımcı doçentlerin özgürce bilim yapma ortamı hazırlamasına çokta yarımcı olamayacağı yönünde. Öneri olarak partiler üstü bir yaklaşımla yeni bir üniversite yasasının bir an önce hazırlanmasıdır. Türkiye üniversitelerinin ve bilim insanlarının dünya üniversiteleri ile birlikte çalışma yapabilecek kapasitesi var.

Türkiye’nin hâlâ çok nitelikli akademik kadroları mevcut olup bunlara yetki ve sorumluluk verilir, saygı gösterilirse iyi bir planlama ile yeniden toparlanılabilir. Bunun için öncelikle sorunu ve çözümü doğru yerde aramak gerekmektedir. Sorun; eğitim ve bilim, felsefe, sanatta yetersizlikse çözümü de buralarda aramak gerekmektedir; eğitimcileri, bilim kişilerini, felsefecileri, sanatçıları görev ve sorumluluğa çağırarak, onlara saygı göstererek aşılacaktır sorun.

 

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Eğitimde Planlama, Muhteva ve Metod…
Hayat nedir?
Yaşadığımız Hayata Dair
Milli ve Yerli İlaç İçin Çıkış Yolu
Güneş’in Kaderi
Kuantumla Açılan Yeni Bir Alem: Atomun Metafizik Dünyası
İnsan ve Kainat | © 2018 | Tüm hakları saklıdır.