Yumurtadan Kuş Çıkması; Oluşum mu, Yaratılış mı?
“Bilimsellik Felsefesi” nin ürünü ve sonucu olan “Bilimsel Bilgi”; evren ve evrendeki olaylarla ilgili “neden”, “nasıl” ve “niçin” sorularına cevap vermiyor. Sadece “tasvir” yapıyor. O da genelde eksik ve çoğu zaman düzeltmeye muhtaç.
Önceki yazımızda verdiğimiz “su” örneğinde olduğu gibi; “bütün’ün, parçaları’na indirgenememesi ve parçalarıyla nedensellenememesi”; aslında hemen hemen her “bileşik” için geçerli. Ateist ve materyalist Bilim/sellik’in, Deterministik Gözlük ve bakış açısını bir yere çıkartıp; yeni doğmuş bir çocuğun gözüyle çevremize, tekrar bakarsak; aslında evrenin fizik – kimya ve mantık kurallarına bağlı ve bağımlı olmadığını; daha doğrusu; “nedenler”in, “sonuçlar”ına, “neden” olamayacaklarını, (hattâ tam tersi şeylere ‘neden’ olmalarının, mantıken daha mümkün ve muhtemel olduğunu) biz de görebiliriz.
“Doğa – Fizik Kanunu” dediğimiz şeylere; devamlı ve istikrarlı olmasından kaynaklı ve istisnalarını fark edememekten kaynaklı; zihnî bir sıçramayla, “zorunluluk” atfettiğimizi anlayabiliriz. “Determinizm ve zorunluluk”un; madde ve işleyişinin, “zâtî” bir özelliği değil; varlığa, bizim yüklediğimiz bir sıfat olduğunu fark edebiliriz.
Meselâ: Cansız ve şuursuz (cansız, akılsız, bilgisiz, gözsüz, kulaksız, iradesiz vs.) “atomlar”ın biraraya gelmesinden; “hayat ve bilinç, akıl ve irade, görme ve işitme” gibi “özellik ve sıfat”ta organların ortaya çıkması, böyledir. Yani: “Hayat ve şuur, irade ve istek” gibi “soyut” varlık ve özelliklerin; o canlının “somut” yapıtaşı ve “maddî” parçalarına indirgenememesinden kaynaklı, nedensellenememesi böyledir. Yani: “Bütün”ün, onun yapıtaşı olan “parçaları”yla nedensellenememesi ve “cüzleri”ne indirgenememesi; “bileşikler” için geçerli olduğu gibi; canlı “organizmalar” için de geçerlidir…
Önceki yazımızda: “Ateist ve materyalist, determinist ve natüralist Bilim”in; aslında olayların “açıklama”sını vermediğinden ve “neden” diye gösterdiği şeylerin de, “neden” olmaktan çok uzak olduğundan bahsediyorduk. Yani: “Bilimsellik Felsefesi”nin ürün ve sonucu olan “Bilimsel Bilgi”; evren ve evrendeki olayların; “neden – nasıl – niçin”ini çözmüyor. Yapabildiği ancak; o da yanlışlarla mâlûl, eksik ve nâkıs bir “tasvir”dir! Yani “Bilimsel Açıklama” denilen şey: Olayların tasviri olup; bu tasvir de, temelde; “nedenselleme”, yani: Neyin, neyden önce – sonra geldiğinin, tespit ve ifadesinden ibarettir…
Meselâ, Bilim/sellik’in: “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda durur ve döner” ifadesini kitaplardan okur ve: “Ne güzel, Bilim bunu da çözmüş. Olayın, neden – nasılını, bilimsel olarak açıklamış…” deriz. Fakat, bu Bilimsel tasvir ve ifadedeki; “subliminâl mesaj ve yönlendirme, zihinsel manipülâsyon ve illüzyon, eksik ve yanlışları” hiç farketmeyiz!
“Eksik ve yanlış” derken; yani “kütle çekimi” dediğimiz kuvvet; adı üstünde, sadece “çeker!” Bilim/sellik’in anlattığı gibi öyle; gezegen ve yıldızların, dengeli bir tarzda dönmelerini ve uygun bir hatta (yörüngede) hareketlerini ve ölçülü olan sürâtli hareketlerini sağlayamaz! Çünkü: “Kütle çekimi” sadece “çeker”, o da çektiği yere kadar!
Bilim/sellik’in: “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda durur ve döner” Bilimsel Bilgisi’ndeki diğer “subliminâl mesaj ve yönlendirme, zihinsel manipülâsyon ve illüzyon, eksik ve yanlış” şu:
Bilim’in verdiği bu “failsiz” Bilimsel Bilgi ve “eksik” açıklama ile; artık “yıldızların, uzay boşluğunda durmaları; üstelik, mermi hızından daha sür’âtle dönüp, dolaştıkları hâlde; gene de dengede kalıp, birbirlerine çarpmamaları” fiilinin; Rabbimiz’in “fiil ve eseri, âyet ve alâmeti, işaret ve örneği, mesaj ve delili” olma vasfı; körelmiş ve silinmiş ve zihinde çağrışımı kopmuş olur!
Bu Bilimsel İfadeyle, olay; “Rabbimiz’in fiili ve eseri ve kudretinin âyet ve delili” olmaktan çıkıp; “madde ve kuvvetin fiili ve bunun doğal sonucu”na döner! İşin rengi değişerek, vak’â: “Kütleçekimi ve madde’nin etkileşimiyle ortaya çıkan, otomatik ve doğal bir hâdise…, Neden – Sonuç Dişli ve Zincirleriyle meydana gelen, mekanik bir sistemin, doğal ve olması gereken bir sonucu…, Otomatik bir sistemin, zorunlu bir sonucu…, İlâhî değil, tabiî bir işleyiş ve süreç…” olarak algılanmaya başlar! Ve böylece; hâdisenin, Rabbimiz’le bağlantısı, algı ve zihinde; “bilgi ve çağrışım” olarak körelmiş ve kopmuş olur!
Bu nevi “kirli ve virütik” Bilimsel Bilgi ve ifadelere; anaokulundan başlayarak, milyonlarca defa maruz kalan bir zihnin; bu “subliminâl mesaj ve hipnoz, telkin ve tekrarların”, etki ve sihrinden kurtulabilmesi ve başlangıç noktası olan “fıtrat” ve dünyaya geldiği “fabrika ayarları”na dönebilmesi için; milyonlarca defa da, Rabbi’ni hatırlama, yani anma ve zikretmesi gerekir ki; eksi noktasından, dünyada, ilk başladığı artı noktasına gelebilsin! Yani: Önce, algı ve zihindeki virüs ve hastalıklar ve yolaçtığı tahribatlar tedavi edilmeli…
Kâinat Kitabının, semiyotik olan “âyet ve işaret, mesaj ve mâna” vasfını kesen ve kapatan; bu kitaptaki harf ve nakışların, sadece, “şekil ve ölçü, ilişki ve hareketlerine” odaklanıp; bu kitapta ne “yazıldığı ve anlatıldığına” hiç odaklanmayan – okumayan Bilimsellik Felsefesi’nin; “failsiz ve öznesiz” anlattığı bu kâinat; bir “ateist ve materyalist”in bakış açısına göre tasvir ettiği, kitaptaki bu “cümle ve fiiller” ve sonuçları olan “eserler”; “Bilim/sellik”in, evren hakkında verdiği “tarafsız ve objektif, nesnel ve nötr bilgi” zannediliyor halâ!
“Ama, gezegen ve yıldızların anlatıldığı ‘Fen dersi’ndeyiz, ‘Din’ değil!… Zaten, madde – enerjiyle nedensellenebilen, bu gibi tabiî ve doğal olaylar; sanki bir mu’cize ve Tanrı’nın eli ve müdahalesiyle oluyormuş gibi; O’na atfetmek doğru değil! En küçük bir şeyi bile, O’na bağlayarak nedensellemek, zinhar yasak!”
“Neden!?”
“Çünkü: ‘Tanrı’, bilimsel değil! Çünkü: Gözlem – ölçümü mümkün değil! Yani: Bilgi ve Bilim/sellik’in konusu değil; inancın konusu!”
“Eee! Cansız ve şuursuz, gözsüz ve bilgisiz ‘madde ve sebep, tabiât ve tesadüf, determinizm ve natüralizmin’; boylarını aşan bu işleri yapması; kendi başlarına, bunları yapabileceklerine inanmak; çok mu rasyonel ve bilimsel!?… Usta ve marangozsuz olarak; her yerden esen, türlü elektromagnetik ve yerçekimi rüzgârlarının, madde’yi ittirip – çektirmesiyle; uçuşan testere – çekiç – çiviler, düzgün kesilen ve hazırlanan tahtalar ve sonra bunların, gene türlü kuvvetlerin etkisiyle biraraya gelip, bunlardan yapılan ‘masa – sandalye – dolaplar’ gibi; ‘sihirli bir evren masalı’ anlatmak; çok mu rasyonel ve bilimsel peki!?”
Elhasıl: Bilimsellik Felsefesi; kendisine iman ve itaât şartı olarak, zorunlu tuttuğu, bu “ateis/deist amentü ve aksiyomlarıyla”; bizi, inkâr (küfür, ateizm) ve şirk (deizm)’e, endoktrine etmekte! Buraya çıkan yolların, taşlarını döşemekte!
Konumuza devam edelim: Bir fen kitabından; “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda durur ve döner” ifadesini, okuyan bir kişi: “Demek ki; yıldızların, uzay boşluğunda durma ve dönmeleri için; ‘Tanrı’ gibi ek bir neden veya doğaüstü bir fail aramak, gereksiz ve abes! Zaten olayda, nedensel bir boşluk yok! Dolayısıyle, bu olaya, ek bir neden veya fail aramak ve eklemek için; Bilimsel veya mantıksal gerekçemiz de yok! O hâlde; olmayan bir probleme, çözüm üretmenin; yani olaya ‘fail’ eklemenin gereği yok!” der. Kısaca: “Bu işleyişte Allah yok(muş), varsa bile bu işleyişe karışmıyor(muş)!” sonucuna ulaşır!
Zaten, o şahısta, çoktan; küçüklüğünden beri, anaokulundan başlayarak, daha önce okuduğu, zihnine işlenen; “lâik ve seküler”, daha doğrusu “ateist ve deistik” Bilimsel Bilgi ve ifadelerin, defalarca telkin ve tekrarıyla, bu nevi “kirli ve virütik bilgiler”, çoktan, bilinçaltına yerleşmiş; hattâ kökleşip, ağaç bile olmuştur! Burada olay; bunun te’yid ve tekrar hatırlatılmasıdır sadece!…
Hattâ, kişinin, bilinçli farkındalıkla, yukarıdaki bu mantık silsile ve basamaklarını bile kurmasına gerek yoktur. Çünkü: Bir “truva atı” gibi, “Bilimsel Bilgi”de yüklü; bu “subliminâl / bilinçaltı kod, alt / derin mesajlar”, ulaşması gereken yere ulaşmış; o kişinin, “algı ve çağrışım ve tasavvur uzayı”; ateist / deistik kodlarla, çoktan formatlanıp – programlanmaya başlamıştır zaten!
Evet, Bilimsel bilgi ve ifade ve tasvirlerde saklı, bu ateist / deist “subliminâl mesaj ve yönlendirme, zihinsel manipülâsyon ve illüzyon, eksik ve boşlukları” hiç farketmiyoruz. Çünkü: Bilimsel Bilgi’de saklı bu “altmesaj ve yönlendirmeler”; bilincimiz farketmeden, direkt bilinçaltımıza gidecek şekilde, dizayn ediliyor. Bunları farketmek; ancak, özel bir dikkat ve eleştirel bir okumayla; yani ikinci bir niyetle mümkün…
Bilimsellik Felsefesi’nin; bu tür, bilinçaltımıza gönderdiği, indirekt altmesaj ve komutlar; direkt ve alenî olarak: “Bu işleyişte Tanrı yok, varsa bile karışmıyor” demekten, çok daha etkili ve yıkıcıdır! Çünkü: “Ateist Bilim/sellik”; bu sözleri açık açık söylese; tepki ve itirazla karşılaşacak. Ama böyle; “kişiye göre değişmeyen bilimsel ve nesnel gerçek, lâik ve seküler bilgi, tarafsız ve olgusal gözlem” kılıfıyla; inanç’a taraf değil ama “inançsızlığa taraf” (ateist ve deist) inanç ve görüşlerin; zihne aktarılması ve yedirilmesi, çok daha kolay!
Elhasıl: “Ateist – Deist Bilimsellik Felsefesi”nin ürünü olan Bilimsel Bilgi’nin tekrar ve telkini sonucu: “Evrendeki fiillere bir ‘fail’; eserlere bir ‘müessir’ aramanın, mantıksal ve bilimsel gerekçesi kalmadığı düşüncesi”; bir tohum gibi, zihin toprağına atılır! Ve sonra, bu tohum; Bilim/sellik’in telkin ve tekrarlarıyla, iyice beslenip – kuvvetlenir ve yeşerip, “inanç” hâlini alır!
İlerleyen süreçte, bu tohum, ağaç olup: “Neyse ki: Bilim herşeyin neden – nasılını çözüp; bilgi’mizin alanını genişlettikçe, ‘iman ve inanç’ın alanının daraldığı; böylelikle evrende ‘Tanrı’ gibi doğaüstü bir ‘fail’ ve ‘neden’ aramaya, zaruret ve ihtiyaç kalmadığı!… Zaten; ‘Tanrı’ varsa ve olsa bile, ancak ‘İlk Neden’ olup; evreni yarattığı ne sonra bu işleyişe karışmadığı!… Ama; Bilim’in, ‘Sonsuz Sayıda Sonlu Evrenler’ veya ‘Sonlu sayıda Sonsuz Evrenler’ gibi hipotez ve varsayımları, ispatlanırsa; bu ‘İlk Neden Tanrısı’na inanmak için de, mantıkî bir zorunluluk ve ihtiyaç kalmayacağı!… Katıksız inancın; ancak bizim, saf ve cahil dede ve ninelerimize has olduğu! Onlarla birlikte, artık bunun da tarihe gömüldüğü!… Çünkü: İnsanlığın, gelişip – büyüyerek, çocukluk çağlarını atlattığı!…” gibi “düşünce ve şüphe” meyveleri vermeye başlar!
Elhasıl: Bu örnek gibi; “Ateist/Deist Bilimsel Bilgi”de, “failsiz” anlatılan ve “eksik” bırakılan bir takım ifade ve “boşluklu tasvirler”; zihnimiz tarafından, bu çeşit “ateist/deist” argümanlarla doldurulur. Çünkü: Bilim/sellik Felsefesi; gözlem ve ölçüm verilerini, bu nevi “inkâr ve şirk” (ateizm ve deizm) sonuçlarını üretecek şekilde inşa edilir! “Tanrı/sızlık ve Kâinat tasavvurumuz”u; buraya endoktrine ve manüple edip, yönlendirir ve zorlar!
“Bilimsel Bilgi”de kodlu ve yüklü, “subliminâl mesaj ve yönlendirme, zihinsel manipülâsyon ve illüzyon, eksik ve boşlukların” ikincisi: “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda durur ve döner” ifadesindeki; diğer eksik ve aldatma şudur ki: Bu Bilimsel Bilgi’de; gene nedensel boşluk, hattâ boşluklar var!
Çünkü: Bilim/sellik’in gösterdiği bu “sebep”, yani “kütleçekimi”; gezegen – yıldızların, boşlukta durmalarının; dahası dönmelerinin; dahası uzaydaki, yer değiştirme ve hareketlerinin; “sebep ve açıklaması” olamaz! Dahası: Bu kadar büyüklük ve dehşetli hızlarına rağmen, dengede durma ve çarpışmamalarının; üstelik saat gibi dakik olmalarının, “neden ve açıklaması” olamaz!
Çünkü: “Kütleçekimi”; adı üstünde, sadece “çeker!” Yani: “Kütleçekim”i, birşeye sebep olacaksa, o da : Bu gezegen, yıldızların birbirlerine çekilip, şiddetle çarpışmalarına sebep olmalı; dengede durma ve dönmelerine değil! (Önceki yazımızda geçen: “Kâinat, mantık ve fizik – kimya kurallarıyla işlemez” sözümüzü hatırlayın.)
Biz bile uzaya gönderdiğimiz yapay uydular için, bir sürü hesap – kitap yapıyoruz; hem de bu hesaplamalar için, yüksek hız – kapasiteli bilgisayarlar kullanıyoruz! Gönderdiğimiz uyduyu, başarılı bir şekilde fırlatıp – konumlandırmakta yetmiyor; bir de devamlı gözetlemek ve kontrol etmek gerekiyor ki; dünya etrafında uzun süre dönmeye devam etsin! Ama bu uydular bile, zamanı gelince, denge ve dönmelerini kaybediyor ve düşüyor veya uzaya savruluyor!…
Hem Bilim/sellik; baştan, aksiyomatik olarak doğru kabul ettiği: “Evrendeki fiil ve faâliyetlerin, faili; sonuç ve eserlerin, müessir ve ustası yok(muş); varsa ve olsa bile, bu işleyişe karışmıyor(muş)! Çünkü: Evrendeki işleyişe müdahil olmasını gerektirecek, ‘nedensel bir boşluk’ yok(muş)! Dolayısıyle; doğaüstü herhangi bir ‘fail’ veya ‘neden’e atıf yaparak, gereksiz yere teori ve açıklamaları şişirmeye; mantıksal ve ampirik bir zaruret ve ihtiyaç yok(muş)!” alt / subliminâl mesaj verecek şekilde kodlayıp, yüklediği veya eksik bıraktığı; “ateist/deist ve materyalist, natüralist ve determinist” Bilimsel Bilgi ve evren tasvirlerindeki: “Nedensel boşluk’ yok ki; oraya ‘Tanrı’ diye bir fail veya ek bir neden eklemek zorunda olalım!” sözünde de samimî değil.
Çünkü: Samimi olsa, meselâ Quantum Evreninde, “indeterminizm” var; yani o âlemde, varlık ve hâdiseler, “nedensiz” meydana geliyor. Ama buradaki “nedensel boşluk”, hattâ “boşluklar”ı gördükleri hâlde; hattâ bu “nedensiz işleyiş”in, istisna değil, burada genel bir kural olduğunu gördükleri hâlde; gene de: “Bu mikro evrende; nedensiz olarak, devamlı bazı varlık ve hâdiseler meydana geliyor. Buradaki işleyişte, devamlı olarak nedensel boşluklar var. Demek ki: Buradaki fiillerin faili ve eserlerin müessiri, olayların nedeni Allah’mış, Allah’tır! Buradaki nedensel boşluklara, Tanrı’yı eklemeliyiz” demiyorlar!
Üstelik; “nedensiz” anlamında “indeterminizm” değil de; yazılarımızdaki anlamıyla “nedenler, sonuçları yapmıyor ve üretmiyor; sebepler, sebep değildir” anlamında “indeterminizm”; sadece mikro uzayda değil, makro uzay ve her yerde geçerli!
Meselâ: Cansız ve şuursuz atomların birleşiminden; “hayat ve akıl, irade ve istek” zuhur etmesi, böyledir. Önceki yazımızda verdiğimiz: “H2O özellikleri ≠ Suyun özellikleri” örneği gibi; “hayat ve şuur, irade ve istek” gibi “manevî ve soyut” olan özellik ve sıfatların; o canlının “maddî ve somut” olan yapıtaşı ve parçalarına indirgenemesinden kaynaklı, nedensellenememesi böyledir. Yani: “Hayat ve şuur” gibi manevî ve soyut şey veya süreçlerin kaynak ve nedeni; “cansız ve şuursuz atom/altı zerreleri” olamaz! (“Kâinat, mantık ve fizik – kimya kurallarıyla işlemez” sözümüzü, tekrar hatırlamakta fayda var.)
“Hayat, bilinç, irade” gibi, madde ve maddî süreçlere indirgenemediğinden, nedensellenemeyen bu gayrimaddî / soyut şeylerin; aslında, “neden ve sebebi” olmayıp; quantum uzayındaki olaylar gibi; makroda, “nedensiz ve indeterminist” olarak yaratılırlar. Meselâ “Hayat”; arada hiç “maddî neden – sonuç ilişkileri ve basamak – mertebeleri” olmadan; direkt Rabbimiz’in “Hay – Muhyi” isminin; varlığa, “tecelli ve tezahür, etki ve yansımaları”yla olur / oluyor!
Verdiğimiz bu örneklerden başka; “kar kristâlleri ve çiçekler” gibi, “madde ve doğa”da gördüğümüz “sanat ve estetik, ölçü ve denge, senkronizasyon ve eşgüdüm” gibi sayısız “nitelik ve nicelik”te, bir sürü “gayrimaddî ve soyut” şey veya süreç; madde ve maddî süreçlere indirgenemediğinden, nedensellenemez.
Fakat ne var ki: Gözümüzü açtığımızdan beri, aşinası olup, devamlı gördüğümüz ve alışkanlık ve ülfet peydah ettiğimizden; evrendeki herşeye: Bilim/sellik’in, “mümkün ki oluyor, oluyor ki mümkün” algı ve inancıyla bakıyoruz. Bu zan sebebiyle; kâinattaki herşey, bize, gayet normâl ve doğal, olağan ve mantıklı geliyor!
Bu algı sebebiyle; ancak istisnaî şeyler ilgimizi çekiyor ve bu istisnâlara hayret ediyoruz ve sadece bu istisnaları, “mu’cize” olarak kabul ediyoruz; sadece bunlara “doğaüstü, paranormâl” diyoruz! Halbuki herşey, “doğaüstü ve mu’cize!” Yani: Doğal sebepler ve madde, bunları yapmaktan “aciz!” Yani: Hepsi, Rabbimiz’in fiili ve eseri! Çünkü: Tüm bu fiil ve eserleri, O’ndan başkasının yapması / yapabilmesi, muhâl ve mümteni.
Meselâ: Nasıl ki; cansız ve şuursuz, gözsüz ve sağır bir “tahta kalem”; mânidar bir “kitap” yazamaz; hattâ rüzgâr kuvvetiyle bile olsa, yerinden kalkıp, karalamalar bile yapamaz. İşte bunun gibi; “tahta ağaç” ve “toprak, atomlar”ın; türlü tat – koku – doku – şekil – renkte, meyve – sebze – çiçekler yapabilmesi, çok daha imkânsız ve muhâl! Yani olay: “Yağmurun yağması, güneşin ısıtması, rüzgârın itmesi, çekimin çekmesi, biyokimyevî-elektrikî kuvvetlerin birleştirmesi”ni aşar / aşıyor!
Fakat ne yazık ki: Bilimsel Şartlanmışlıkla; “şapkadan, tavşan çıkması illüzyonu”ndan, gösterilmesi daha zor olan; “gerçek yumurtadan; gerçekten, gerçek kuş çıkması”na hiç şaşırmıyor ve hayret etmiyoruz! Ayağımıza bastığımız topraktan, türlü ağaç ve rengarenk çiçekler çıkması; tahta ağaçlardan, türlü tat ve kokuda, meyve – çiçekler çıkmasını; “İlâhî bir fiilin, eseri” olarak değil de; “madde ve sebeplerin, tabiî bir sonucu” olarak görüyoruz!…
Veya: Yerin altında, yapayalnız kalmış, kör ve aciz bir yavrunun, orada beslenip, karnını doyurabilmesini, gözümüz yaşla seyrediyor ve bu duruma, hayret edip, ibret ve merhametle bakıyoruz da; geçmişten – bugüne, hergün, her ân karnını doyurabilen milyarlarca yavru ve yetişkinin olması; bizde hiç hayret ve ibret ve merhamet duygusu uyandırmıyor!
Halbuki: Geçmişten – bugüne, küçük – büyük, yavru – yetişkin, yer ve denizin altında – üstünde, milyarlarca canlının; üstelik her zaman karnını doyurabilmesi; o yeraltındaki “tek yavrunun” karnını doyurabilmesinden; çok daha imkânsız ve çok daha zor ve çok daha merhameti gerektiriyor! Ama biz ne var ki; yeraltındaki o “tek yavru”nun doyurulmasını “mu’cize” olarak görüyoruz!
İşte bu milyarlarca “doyurulma” fiiline dikkat etmiyor; üstelik bunu, gayet normâl ve alelâde, gayet kolay ve doğal görüyoruz! O tek yavrunun karnını doyurabilmesine bakıp; “Allah’ın merhameti. Allah’ın mu’cizesi!” diyoruz da; ondan çok daha zor ve devamlı olan ve şükredilmesi gereken, bu milyarlarca canlının doyurulmasına, yedirilme – içirilmesine “Allah’ın merhameti!” demek, aklımıza bile gelmiyor! Bizde hiç çağrışım yapmıyor!
Haftaya devam edelim inşâallah.