Bilimselliğin Eksik ve Yanlışları: Mantık ve Dil Hataları
Bilimsellik ve Ürünü olan Bilim’e; “Allah” dedirtmek, Neden Mümkün Değil? (3)
Doğru bilinen bir yanlış var ki, o da şu: “Bilim ve Bilimsellik, tanım ve yöntemi icabı, inanç ve inançsızlıklardan bağımsız ve tarafsızdır. Bunlara karşı objektif ve nötrdür. O; evren hakkında sadece, gözlem – ölçüm – deneyle incelediği ve kişi, inançlara göre değişmeyen (yani göreceli olmayan), objektif ve nesnel bilgiler verir. Bu açıdan; insandan bağımsız ve evrensel olup; sadece olanlardan bahseder. Yaptığı: Sadece, evrende olanları tespit ve ifade etmek ve buna göre teknolojiler geliştirmekten ibarettir. Yani: Bilim/sellik; varlık ve olayların, metafizik ve inançları ilgilendiren; subjektif ve dinî ve felsefî yorumlarını yapmaz; sadece olanın ‘bilgi’sini verir. Bu açıdan, Bilim/sellik iyi bir yöntem olup; tıpkı bir alet gibi; onu inanç ve / veya inançsızlık ve kötü niyetlerine alet edenler vardır sadece.”
Evet, bu düşünce (ya da “inanç” mı demeliyim!) yanlış; daha doğrusu yanlışlarla dolu! Bu yanlışlardan birisi: “Bilim/sellik”; evrendeki olay ve olguları, olduğu gibi; yani zahirî görünüşüyle; yani “vak’âya mutabık” anlatmıyor olduğudur! Yani: Bilim; evrenimiz hakkında, olayların; nötr ve yalın, nesnel ve objektif resmini vermiyor.
Meselâ; okuduğumuz bir Bilim veya ders kitabında şöyle bir ifadeye rastlarız: “Güneş, ısı ve ışık verir.” Bu ifade, herhangi bir dinî veya felsefî inançtan veya inançsızlıktan bağımsız, gayet nötr ve objektif görünüyor değil mi? Yani, Güneşi gören herkesin, kabul edeceği ve inansın – inanmasın herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir “gözlem bilgisi” olarak gözüküyor, değil mi? Aslında, hayır!
Çünkü: Bu ifade; olan’ın, olduğu gibi çekilmiş bir fotoğrafı değil! Çünkü, bu cümledeki “verir” kelimesi; Dil ve Mantık kuralları açısından, “Güneş” gibi cansız ve iradesiz varlıklar için kullanılamaz! Çünkü: “Verir” kelimesi; sadece canlı ve şuurlu, iradeli ve bilgili (meselâ biz insanlar gibi) varlıklar için kullanılır! Yani, Güneş’e sorabilseydik ki: “Sen, dünyaya ısı ve ışığını nasıl gönderiyor, nasıl ulaştırıyorsun?” Muhakkak; “Olaydan haberim bile yok” diyecektir!
Bu örnek gibi; gene, meselâ, okuduğumuz herhangi bir bilim veya ders kitabında geçen: “Su, güneş ve toprak; bitkilerin büyümesine sebeptir” ifadesinde; “Su, güneş ve toprağı”; bitkinin büyümesinde “fail ve özne” olarak lânse eden bu Bilimsel Bilgi’de de, Mantık ve Dil hataları mevcuttur. Yani: Yukarıdaki soruyu, bunlara da yöneltsek: “Siz bu bitkiyi nasıl büyütüyorsunuz?” Onlar: “Bitkiyi değil büyütmek, o bitkinin varlığından bile haberimiz yok!” diyecekler!
Zaten, bitki’nin “büyüme” eylemi, bambaşka bir hâdise olup; su – güneş – toprak gibi varlıklarda, bitkiyi nasıl büyüteceğinin bilgisi yoktur. Yani: “Su”, sebep olarak, olsa olsa en fazla, bitkileri “ıslatır”; Güneş, “ısıtır ve aydınlatır”; toprak, “saksılık” yapar! Bunları yapmaları da, gene Rabbimiz’in kudretiyle ve ilim, iradesiyle olur.
Meselâ; “su”yun bir nesneyi “ıslatabilmesi” için, ıslatan – ıslanan (su – nesne) arasındaki atom ve moleküller arasında, sürtünme ve tutunma ve etkileşimi sağlamak için, milyonlarca hesap ve ince ayar gerekiyor ki; bu hesapları yapıp, bağlantıları kurmaya, “su”yun gücü yetmez! Çünkü: Bütün bu işler için; en başta canlılık ve şuur, sonra da akıl ve ilim, daha sonra da irade ve irade ettiğini yapabilme kuvveti gerekiyor ki; “su”da bu özelliklerin hiçbiri yok…
Buraya bir not düşmemiz gerekiyor: Bizde, Batı’da olduğu gibi, “Bilim” ve “Bilimsellik” eleştirisi gelişmediği için; “Bilim/sellik”i eleştirmek, eksik ve yanlışlarını söylemek; “b/ilimkarşıtlığı ve yobazlık” olarak anlaşılıyor! Çünkü: Genelde “bilim/sellik”e; gökten inen bir vahiy gibi bakıyoruz! Çünkü: Bilim/sellik’i; insandan ayrı ve bağımsız bir nesne olarak görme eğilimindeyiz…
Bilim/sellik Felsefesi’nin; olayları, olduğu gibi, yani zahirî görünüşüyle anlatmadığına örnekler, yukarıda verdiklerimizle sınırlı değil elbette. Esasen, bu ifade kalıpları; Bilimsel yazım ve sunum tekniklerinde, uygulanması zorunlu bir kural. Ne yaptığını, nasıl yaptığını ve bunun sonucunun ne olacağını bil(e)meyen; “cansız ve şuursuz, iradesiz ve bilgisiz, sağır ve kör” madde ve sebeplerin; güya böyle değillermiş gibi; “yapar, eder, verir, sağlar, büyütür, geliştirir, sentezler, yağar” gibi “ifade kalıpları”yla; madde ve sebeplerin, “fail ve özne” katına yükseltilmesi; Bilimsel Yöntemde, uygulanması zorunlu ve esnekliğe izin verilmeyen katı bir kuraldır.
Halbuki: Edilgen (münfail) bir “araç – alet” olarak, dahil oldukları olayları, kendi başlarına gerçekleştirecek kuvvet ve özellikleri olmayan “madde ve sebepler”in; o olayı, failsiz olarak kendi başlarına gerçekleştirdikleri “imaj ve altmesaj”ı verecek şekilde ifade edilmesi; “bu olayın sebebi varsa, ayrıca bir faile gerek yoktur” ateist – deist inancını, bilinçaltımıza kodlayarak, bizi formatlar ve programlar!
Yani: “Arılar, bal yapar… Bitkiler, fotosentezle besin ve enerji elde eder… Tavuk, kuluçkaya yattığı yumurtasını homojen bir şekilde ısıtmak için, arasıra yumurtayı çevirir… Balıklar, su altında erimiş oksijeni kullanıp, böylece solunum yapabilmek için, solungaç sistemini geliştirmişlerdir… Karaciğer, üçyüzden fazla kimyevî reaksiyonu gerçekleştirir… Hücre, kendini korumak ve besin elde etmek için, hücre duvarında, belli protein ve maddelerin geçişine izin verir…” gibi Bilimsel Bilgi ve ifadeler, “ateist – deist kodlar”la yüklüdür! Yani: “Bilimsel Bilgi”nin; inanç / inançsızlığa, nötr ve objektif olduğu; inanç/sızlıktan bağımsız olarak, herkese yalın ve nesnel, evren tasvirleri yaptığı; doğru değildir!
Halbuki, Bilim/sellik’in kullandığı bu “verir, eder, sağlar, geliştirir, yapar” gibi ifadeler; sadece canlı ve şuurlu ve ne yaptığını bilen ve bunu amaçlayıp, irade eden ve irade etmekte yetmeyip, ayrıca bu irade ettiğini yapabilecek kuvvet ve özellikte olan, “insan” gibi varlıklar için kullanılır! Bir de, çocukları uyutmak için, masallarda kullanılır!
Yani, bu Bilimsel Bilgi ve ifadeleri okuyan kişi zanneder ki; Bilim’in “yapar, eder, geliştirir, sağlar, verir” diyerek anlattığı “arılar, bitkiler, hücreler, ağaç, toprak, hava, güneş” gibi “varlık ve madde ve sebepler”; güya ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını ve neden yaptıklarını bilen ve anlayan ve bunu tasarlayıp, irade eden, ayrıca yapabilecek ustalık ve kuvvette olan; çok zeki ve bilgili ve akılllı, etraflarında ne olup – bittiğini bilen ve buna göre strateji ve eylem plânı geliştiren, üstün varlıklar!
Bilim/sellik’in anlattığı bu evren metaforu ve zihnimize çizdiği, bu sahte evren kurgusuyla; zannedersiniz ki; Bilim, yaşadığımız bu evrenden farklı bir evreni anlatıyor! Sanki; herşeyin canlı ve şuurlu olduğu ve ne yaptığını bildiği; irade ve akıl sahibi olduğu, sihirli bir masal âlemi!…
Elhasıl: Bilim/sellik; evrenimizdeki olayları, olduğu gibi anlatmıyor! Olay ve olguların, herkese ma’lûm olan; yani hepimizin gördüğü, zahirî görünüşünü anlatmıyor! Gerçekleri, saptırarak anlatıyor! Üstelik bunu da, Dil ve Mantık kurallarını çiğneme pahasına yapıyor! Aklımızla alay ediyor! Evet, “Bilim/sellik, Bilimsel Bilgi” denilen ifadelerin, neredeyse %99’u, böyle eksik ve yanlış tasvir ve ifadelerle ma’lül!
Meselâ: Bilim/sellik’in: “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda, dengede durur ve döner” ifadesini kitaplardan okur ve: “Ne güzel, Bilim bunu da çözmüş. Olayın, neden – nasılını, bilimsel olarak açıklamış” deriz. Fakat, bu Bilimsel tasvir ve ifadedeki; “subliminâl mesaj ve yönlendirme, bilinçaltı manipülâsyon ve illüzyon; dil ve mantıksal eksik ve yanlışları” farketmeyiz!
“Eksik ve yanlış” derken; yani “kütleçekimi” dediğimiz kuvvet; adı üstünde, sadece “çeker!” Bilim/sellik’in anlattığı gibi öyle; gezegen ve yıldızların, dengeli bir tarzda hareketlerini ve uygun yörüngelerde dönmelerini ve ölçülü olan sürâtli hareketlerini sağlayamaz! Bütün bunlara, “neden ve sebep” olamaz! Çünkü: “Kütleçekimi”; dediğimiz gibi, sadece “çeker”, o da çektiği yere kadar! Yani: “Kütleçekimi” diyerek, olayın neden – nasılı çözülmüş ve açıklanmış olmuyor! Bunun, bir de ispatı gerekiyor!
Bebeğe “sebep” dediğimiz, hamile bir anne adayı bile; içinde olan bebeğin inşa ve icadında; te’sir sahibi bir “etken ve sebep” değil; “fail” ise hiç değil! Yani o bebeğin olması ve doğması için, annenin günlük yaşamına devam etmesi yeterli. Karnındaki bebeğin; “protein katlanmalarının ayarlanması, DNA kopyelerinin yapılması, hücrelerinin bölünmesi, kâlp atımının düzenlenmesi; kemiklerin yapımında gereken kalsiyumun, ilgili yerlere ulaştırılması” gibi; bebeğin inşa ve icadı için gereken, trilyonlarca işe bakması ve yönetmesi gerekmiyor. Yani olay, annenin bilgi ve iradesi dışında gerçekleşiyor. Özetle: “Anne”, bebeğin imâl ve üretiminde; “etken” değil, “edilgen.” Tıpkı, kendi vücudundaki diğer işleyişte de, öyle olduğu gibi.
Bu anne, bırakın içindeki cenin – embriyoyu imâl etmek ve büyütmek; bu işleyişe dair bilgisi bile yok; hattâ bu işleyişin farkında bile değil. Süreç esnasında, o ân neler olduğuna dair haberi olmuyor. İşte “anne – bebek” arasındaki “sebep – sonuç” ilişki ve illiyyeti, bu kadar uzak. Elhasıl: Anne’nin, bebeğe sebepliliği; “edilgen!” Yani: Anne, olayın “fail”i değil. Yani: Bebeği inşa ve icad eden etken ve “fail”: Rabbimiz!
Üstad Bedi’üzzaman’ın (R.Â.) dediği gibi (meâlen): “Madde ve sebeplerin; hayat ve irade, bilgi ve şuur, işitme ve görme gibi; cihazca en zengin ve kuvvetlisi “insan” bile; bırakın başka eşyaya hâkim ve fail, sebep ve ustası olmak; o insan, kendi bedenindeki işlerin bile, fail ve hâkimi, yönetici ve ustası değil! Kendi bedenindeki işleyişte bile, bunlara ne bilgi ve şuuru ve ne de olurken, haber ve farkındalığı varken; diğer cansız ve iradesiz, şuursuz ve iradesiz ‘maddî esbap ve sebepler’, neye sebep ve fail olabilsinler ve neye hâkim olup, hükümleri geçsin!?”
Ha derseniz: “Tanrı’yı görmüyoruz; Bilim/sellik ise, görüp – gözlemlediklerini, deneyip – ölçtüklerini, inceler ve kabul eder! Göremediğimiz Tanrı’yı, ‘fail ve sebep’ olarak kabul edemeyiz. Bunu, ‘bilimsel açıklama’ olarak göremeyiz!”
O zaman ben de derim: “Peki anne adayının, bebeği yaptığını gördünüz mü!? Veya: Cansız ve şuursuz atom veya hücrelerin; o bebeği yaptığına, daha doğrusu yapabileceğine, imkân ve ihtimâl verebiliyor musunuz!? İsterseniz sorun o atom ve hücrelere veya biyo-fizik-kimyevî kuvvet ve enerjilere: ‘Yahu bu muhteşem şeyi nasıl yapabiliyorsunuz?’ diye! Bırak yapmak; kendi üzerlerinde gerçekleşen olaylardan bile haberleri yok! Neye alet olduklarını bile bilmiyorlar! Değil herhangi birşeye sebep olabilmeleri; kendi varlıklarından bile, bilgi ve haberleri yok; kendilerindeki işleyişin bile, sebep ve faili değiller!
O hâlde: Kendi kendine, birşeye alet ve sebep bile olamayacak bu şeyler; birşeylere alet ve sebep olabiliyorlarsa; hem de bu sebep oldukları şeyi yapmak, kendi kudret ve özelliklerini kat kat aşıyorsa; demek ki bunları kulanıp, işlerine alet eden ve sebep cinsinden olmayan (yani hayat ve irade, bilgi ve şuur gibi, sebeplerde olmayan özellikleri olan) bir fail ve usta ve yöneticileri var demektir! Demek: Madde ve sebeplerin, birşeye alet ve sebep olabilmeleri için bile, sebeplerden farklı ve üstün bir fail şart!…
Bir olay mahallinde; “Adamı, tüfek öldürmüş” diyor musunuz!? “Tüfek; falan fizik kuvvetinin hareket ettirmesiyle, filan kanuna göre ivmelenmesi sonucu, falan açı, bilmem ne basınçla, ateş almış; namludan çıkan mermi de, falan hızla maktule isabet etmiş ve adamı öldürmüş” diyor musunuz!? Bütün bu görünen sebepler yerine; direkt, o tüfeği kullanan ve yönlendiren ve “tüfek” cinsinden olmayan, faili aramaya başlıyorsunuz!…
İşte bu “anne – bebek” örneği gibi; “toprak ve ağaç; ağaç ve meyve, arı ve bal, inek ve süt” gibi şeyler arasındaki “sebep – sonuç” bağlantı ve etkileşimi; bu “anne – bebek” ilişkisinden çok daha zayıf ve az. Çünkü: Hiç değilse, anne’nin “hayat, şuur, akıl, irade, görmek, işitmek, olayların farkında olmak” gibi özellikleri varken; “ağaç, toprak, hava, güneş, atomlar”da, bunlar da yok!
Şimdi şöyle bir itiraz gelebilir: “Tamam bu madde ve sebepler, cansız ve şuursuz, bilgi ve iradesiz, hem de kör ve sağır. Yani bu sebeplerin; tek tek, bu bitki ve hayvanların meydana gelmesi ve büyümesinde herhangi bir etkileri olmayabilir ama zaten tüm bu sebeplerin toplamı ve birlikte işlemesiyle, bu şeyler oluyor!? Yani, Bilim/sellik de: ‘Bitkinin büyümesinde, sadece su ve güneş sebeptir’ demiyor! Su ve güneşi, hammadde olarak kullanan ‘bitki’yle birlikte, diğer sebepleri de sayıyor Bilim!”
“Bitki” mi, bunları hammadde olarak kullanıyor!? “Bitki”ye, hiç sordunuz mu bu konuyu!? Ben sorayım: “Ey bitki veya yapıtaşı olan hücre ve lif veya atom ve molekülleri! Bunları, bunları hammadde olarak, siz mi kullanıyorsunuz? Böyle birşeyi niçin yapıyorsunuz? Bundan amacınız nedir?” Ses gelmedi, ilginç! Öyleyse; ey Bilim/sellik! Sadece akıl ve irade, bilgi ve şuur sahibi varlıklar için kullanılabilen “kullanır” ifadesini; bitki ve hücreler veya başka “maddî sebepler” için kullanmanız, sizce rasyonel bir davranış mı!? Hem daha önemlisi: Bu, sizin “bilimsellik kriterlerinize” de aykırı birşey değil mi!?
Ve daha önemlisi, sorunuzda geçen: “Tek tek değil, tüm bu sebeplerin toplamıyla oluyor bu işler” demeniz de, haklı bir itiraz değil. Çünkü: Hayat ve şuur, bilgi ve irade, görme ve işitme gibi özellik ve sıfatlardan yoksun bu sebeplerin biraraya gelmesi; o işlerin olmasını kolaylaştırmaz; bilâkis daha da imkânsız kılar! Bunların “sebeplilik”, imkân ve ihtimâlini, hepten azaltır ve engeller! Neden! Çünkü: 100 tane kör – sağırın biraraya gelmesi; görme ve işitmeyi arttırmaz; bilakis azaltır! Çünkü: İşe karışan cansız ve iradesiz, kör ve sağır sebeplerin sayısı arttıkça; körlük ve sağırlık, bilgisizlik ve iradesizlik, daha da artar. Bu da, karışıklığı daha arttırıp, işleri daha da çıkmaza sokar. Olacağı varsa da, o iş olmaz!…
Yahu! En küçük bir “A” harfindeki düzen ve simetri ve ölçüye bakıp; “Bunu yazmak, bu cansız tahta kalemin ve onu hareket ettiren ‘rüzgâr’ gibi, oradan – buradan esen enerji ve kuvvetlerin işi olamaz. Bunu yazan, ancak; canlı ve şuurlu, irade ve ilim sahibi bir insan olabilir ve olmalı” derken… Bu, her “atom harfi”nde bile, içiçe ayrı bir kitap yazılan ve ân be ân da, yeniden yazılmaya devam eden… Karışıklık olmadan ve şekil – manâ – insicam bozulmadan, tekrar ve tekrar yeni şeyler yazılan, bu çok boyutlu “Kâinat Kitabı” ve içindeki yazılar için: “Bütün bu işler; kütleçekim ve elektromagnetik gibi, 4 temel fizikî kuvvetin esme ve rüzgarlarının, maddeyi hareket ettirmesi ve onları birleştirip – ayırması sonucu; failsiz olarak, kendi kendine yazılıyor ve oluyor” demenin, mantıksızlığı ortada!
İşte Bilim/sellik Felsefesi, “failsiz ve öznesiz” verdiği bilgiler veya “sahte failli” ifadeleriyle; bizi, böyle saçma bir evren masalına inandırmaya çalışıyor! “Bu; falan kuvvetin etkisiyle oldu; filan kanunun baskısıyla oldu; feşmekân sebebin tesiriyle oldu; madde – enejinin birleşimiyle oldu!… Şu, mutasyonla oldu; o, adaptasyonla oldu; bu, seçilimle oldu; şu, seleksiyon / elenmeyle oldu; bu, içgüdüyle oldu!… Evren ise, patlamayla oldu; dünya, kopma ve soğumayla oldu… Yağmur, buharlaşma – soğumayla; toprak da, kayaların ufalanmasıyla oldu… İlk hücre, aminoasit ve protein oluşum ve senteziyle oldu…” Yersen!
Evrende keşfettiği Bilgi’yi (veri / data – information – knowledge); Ateist ve Materyalist, Determinist ve Natüralist olan Bilimsellik (scientific / scientificness) Filtrelerinden geçiren; yani evrendeki Bilgi’yi (knowledge), Bilim’e (science) çeviren Bilimsellik Felsefesi; ürettiği bu Bilimsel Bilgi’yle; zihnimize, böyle sahte ve hayalî, saçma ve mantıksız bir evren resmi çizmekte!
Yani Bilim/sellik; Rabbimiz’in kudret elinde hareket edip, neye alet ve vasıta olduğunu bile bilmeyen “madde ve sebep, kuvvet ve kanunlar”ı; ne yapacaklarına karar verip, bunu uygulayacak hayat ve iradeleri varmış gibi; bunları yapabilecek özellik ve kuvvetleri varmış gibi göstermekte! Onları, Rabbinden ayrı ve bağımsız çalışan ve işleyen, bir “fail ve usta” gibi göstermekte!
Bu hâliyle, Bilim/sellik; ateizm (ret / inkâr / küfür) ve / veya deizm (şirk / ilâhlık ve icraatında ortakları olduğu) inanç/sızlıkları, doğruymuş gibi davranmakta ve hâkim olduğu tüm dünyada, başka bir B/ilim Anlayışına izin vermemektedir! “Bilimsellik Kriterleri” adı altında, uyguladığı epistemolojik şiddet ve baskıyla; biliminsanlarını, yayınlarında, böyle yazmaya ve söylemeye ve böyle davranmaya zorlamaktadır! Hem de bunu; inanç ve inançsızlıklara tarafsız ve nötr, objektif ve nesnel, lâik ve seküler olduğu iddiasıyla yapmaktadır!
Konuyu, “Bilim’den, Büyüklere Masallar” yazımızdan bir alıntıyla bitirelim:
… Halbuki böyle, doğadaki cansız ve bilinçsizlere “hayat ve şuur, bilgi ve irade” atfedip; böylece evrendeki canlı veya cansızları “insansılaştırmak”; böylece onları “bilinçli ve kendi irade ve bilgileri, kuvvet ve tercihleriyle bu işleri yapıyormuş” gibi göstermek; edebî bir sanat olarak, sadece “masallarda ve çizgi filmler”de olur biliyorduk!
Bilim’in, evrenin varlık ve işleyişinde “fail ve özne” olarak gördüğü “madde” ve “sebepler” hakkında; bu “yapar, eder, geliştirmiştir” gibi ifadeleri; edebî kaygılarla seçilmiş (Bilimsel cümlelerde “mecaz ifadelere de yer verelim” gibilerinden) kelimeler olmayıp; “vitalist ve animist” bir anlayış ve felsefenin ürünüdür. Daha doğrusu: Bilimsellik Paradigması’nın, ürettiği Bilimsel Bilgi’ye; fail olan “Allah”ı eklememesinin zorunlu sonucu olarak; yerine başka “sahte failler” üretmesinin sonucudur. Bilimsellik Felsefesi’nin; mukteza ve müntehâsı ve bizi getirdiği yer burasıdır!
Çünkü: Mantık ve Dil’de; “fiil”, failsiz olamayacağı için; maddenin hareketlerinden bahseden Bilimsel İfadelerde, o fiile bir “fail ve özne” atama zorunluluğu doğuyor. Gene Mantık ve Dil’de; “eser”, müessirsiz ve ustasız da olamayacağı için; evrendeki eser ve sonuçlara, bir “müessir” bulma zorunluluğu doğuyor.
Bunun sonucu olarak, yani: “Bilim/sellik”in; Rabbimiz’i “fail ve özne, müessir ve usta” kabul etmemesinin, gideceği diğer zorunlu şık olarak; edilgen bir “nesne ve alet” olan “madde ve süreçler”; “etken bir özne” ve “iradeli bir fail” ve “canlı bir müessir / usta” katına yükseltilir!
Evrendeki “bilgi”nin (ham data – veri – information – knowledge), “bilimsellik” (scientific / scientificness) filtresinden geçerek, “bilim” (science) hâline dönüşmesi ve “bilimsel bilgi” olarak ifade edilmesi; bize böyle, “sahte ve kurgusal, sihirli ve masalsı” bir evren sunmakta!
Elhasıl, neyi – nasıl yaptığını, sonuç ve çıktılarını bilmeyen “ağaç, güneş, arı, bitki, hücre, hayvan” gibi (akıl ve şuur, bilgi ve irade, hatta hayattan yoksun) varlıklar hakkında; Bilim/sellik’in “yapar, eder, verir, geliştirir, izin verir, sağlar” gibi; düpedüz mantık ve bilgi yanlışları içeren bu Bilimsel İfadeleri; safsata olup, hurafeler üretiyor! “Bilim” de, bizden bu masallarına inanmamızı istiyor! “Bilimsel Bilgi” dediğimiz ifadelerin hemen hemen tamamı, böyle “failsiz ve öznesiz” veya “sahte failli” cümlelerle kurgulanıp – dizayn edilir.
Bilimsel Bilgi ve İfadelerin; tasvir ve açıklamalarının, analiz ve yapısökümünden çıkan sonuçlar bu. Bilimsel Cümlelerin; gramatik inceleme ve metalinguistik açılımı, mantık ve mefhumundan çıkan sonuçlar böyle.
Bilimsellik Felsefesi ve ürünü olan Bilim’in, uyutmak için, biz büyüklere hangi masalları anlattığı ve ne çeşit “Bilimsel Hurafeler” ürettiğinin, ilginç örneklerini görmek için; TÜBİTAK’ın web sitesi veya dergisinden aldığımız bazılarına, şu linkten bakılabilir: http://www.metabilgi.org/hurafeornekleri/