Rabbimiz’in Mutlak İradesi ve Determinizm
Bu yazı, Felsefe ve Kelâm tarihini meşgul etmiş ve halâ da etmeye devam eden “özgür irade” problemine, bir çözüm önerisi olarak hazırlanmıştır. Geçmiş mirasa baktığımızda; insan iradesinin özgür olup – olmadığı ve mümkünse, bunun nasıllığı; mümkün değilse, nedeni hakkında, epey soru ve cevaplar üretilmiş.
Günümüze kadar verilmiş cevaplardan ayrı olarak; aklen mümkün ve muhtemel bir çözüm de, (Allahu Â’lem bis-savab) şu aşağıda vereceğimiz cevap olabilir. Ama önce, problemi özetlememiz gerekiyor. Bu da, şu gelecek iki soruya indirgenebilir:
Rabbimiz’in, “Mutlak ve Sonsuz ve Sınırsız Özgür İradesi” olduğu hâlde; mantıksal bir “çelişki” ve “şirk”e düşmeden, ontolojik olarak ikinci bir “Özgür İrade”nin olması mümkün mü?, Mümkünse, nasıl? Yani: İrademizin özgür olduğunu kabul etmekle; Rabbimiz’in Sonsuz İradesi’ne set çekmiş ve böylelikle “şirk”e girmiş olmaz mıyız?
Ayrıca: Eğer evrenin her yerinde, istisnasız “Mutlak Determinizm ve Kozalite” geçerli ve hâkimse; insan iradesinin özgürlüğü, nasıl mümkün olacak? Yani: Nedenlerin hâkim olduğu ve bu nedenleri bizim seçmeyip, sadece maruz kaldığımız bir evrende; irademizi etkileyen / etkileyebilecek nedenlerin, bu etki ve zorlama ve yönlendirmesinden, irademizin bağımsızlığı, nasıl te’min edilecek?
Not olarak: Aşağıdaki cevabı; irademiz’in “olması” ayrı, bu irademizin “özgür olması” ayrı olduğunu, dikkate alarak okumak gerekiyor.
“Rabbimiz’in, Mutlak ve Sonsuz, Özgür ve Sınırsız İlâhî İradesi varken; başka bir Özgür İrade’nin varlığı; Rabbimiz’in ‘Mutlak Sonsuz ve Özgür İradesi’ni sınırlandıracağından; bu, mantıken mümkün değildir” iddiası doğru olsa bile; bunun, aşağıdaki şekilde çözümü mümkün olup; böylece, “Cüz’î İrademiz”in olabileceği (ve hattâ, ancak böyle mümkün olabildiği) gösterilebilir bence.
Yani: Rabbimiz’in “Mutlak Hür İradesi”nin kabulünden sonra, mantıksal bir “çelişki ve tenakuza” düşmeden ve “şirk” tehlikesine de girmeden, ikinci bir “Özgür İrade”ye yer açabilmek; bunun ontik / ontolojik olarak mümkün olabileceğini ve olduğunu gösterebilmek, şu yolla mümkün:
Zaman ve mekân sınırlarından bağımsız olan Rabbimiz; eğer “özgür iradeli” olsak, ne yapacağımızı ezelî ve ebedî ilmiyle bildiği (O, zamansız ve mekânsız da olduğu için; “gördüğü+duyduğu+…”) için; bizi yarattıktan sonra, “Küllî İradesi”yle, bizim irademizi de, o “serbest yön”e sevkedip, programlıyor ve zorluyor olabilir.
Yani: “İlm-i İlâhî’deki özgür irademizin tercihlerinin bilgisine” göre; hariçte yaratılmış irademizin de, o tercih ve seçeneği seçmesi için; Rabbimiz, içimizde, “kuvvetli bir arzu ve ihtiyaç, istek ve iştiyak, meyil ve motivasyon” yaratıyor ve biz de, içimizde doğan o şevk / meyil / isteğe göre; (yani farkında olmadığımız bir mecburiyetle,) irademizi o yönde kullanıyor ve tercihlerde bulunuyor olabiliriz.
O tercih ve eylemi; içimizde doğan bu arzu ve isteğe uyarak, bu hissimizin teşvik ve sevkiyle (veya zorlamasıyla) yaptığımızdan ve dışarıdan da, irademizin zıttı yönünde, herhangi bir baskı ve zorlama görmediğimizden hareketle; “irademizi, kendi tercih ve isteğimize göre, serbestçe kullandığımızı; iç ve dış baskı ve etki(lenme)lerden bağımsız olarak, tercihlerde bulunduğumuzu” düşünüyoruz, haklı olarak.
Yukarıdaki bu çözüme göre; Rabbimiz’in “Mutlak Özgür İradesi”, başka bir “Özgür İrade”nin olmasına (mantıkî ve tevhidî, ontik ve ontolojik açıdan) engel değil ve çelişki de arzetmez. Hattâ durum, bunun tam tersi olarak; O’nun “Mutlak Özgür İrade”si olduğu için, bizim “Özgür İrademiz” var ve olabiliyor.
Zaten, O’nun “Mutlak Özgür İrade”si olmasa; bizim “Özgür İrademiz”in olup – olmadığını tartışmak bile abes olurdu. Çünkü: O’nun özgür iradesi olmazsa; zaten bizimkinin, özgür olma ihtimâli hiç kalmazdı! Demek: O’nun İradesi’ne rağmen değil; bilâkis, O’nun İradesi sayesinde, irademiz var ve özgür!
Bu cevabın, akla açtığı kapı ve gösterdiği imkânla; irademizin varlık ve özgürlüğünün; Rabbimiz’in Mutlak ve Sonsuz İradesini sınırlamayacağı ve çelişmeyeceği ve bizi “şirk” tehlikesine götürmeyeceği gösterildiği gibi; ayrıca, “ya o, ya bu” şeklinde, bir ontik / ontolojik ve mantıkî zorunluluk doğurmayacağı da gösterilmiş olur.
Diğer yandan, bu çözüm yoluyla; “determinist evrende, özgür iradenin imkânı” da, mümkün hâle gelir. Yani: Rabbimiz evreni, faraza, istisnası olmayacak şekilde “Mutlak Determinist Kurallar ve Kozalite Prensibiyle” yönetiyor olsa bile; O’nun “Mutlak iradesi” sayesinde, bizim irademizin, bu nedensel zorunluluklardan muaf ve istisna tutulması mümkün hâle gelir.
Başka bir ifadeyle: Mutlak Determinizmin hâkim ve hükümran olduğu bir evrende; O; “Özgür İradesi”yle, bizim irademizi, iç ve dış baskılardan (genetik ve hormanlar, öfke ve şehvet gibi biyolojik ve psikolojik iç faktörler; ve aile ve çevre, kültür ve eğitim gibi sosyâl dış faktörlerden) korumasa; bu etki ve baskı, ayartma ve cazibelerin, bileşke kuvvetlerinin, irademizi (rüzgârın etkisiyle hareket eden bir yaprak gibi) itme ve yönlendirme, tahrik ve çekiminden kurtulmak veya etkilenmemek mümkün olmazdı veya mümkün olmayabilirdi.
O’nun “Mutlak İradesi” olmasa; irademizi etkileye(bile)cek nedenleri, bizim belirlemediğimiz; sadece maruz kaldığımız böyle bir evrende; “nedenler”in, önceden belirlenmiş “sonuçlar”ı doğurduğu böyle bir düzende; “irademiz”i, iç ve dış baskı ve zorlama, etki veya ayartmalardan uzak; hür bir şekilde kullanmamız mümkün olmayabilirdi.
Bu iç ve dış nedenlerin etkisiyle, şuurumuz dışında doğan; yani içimizde “gayri iradî” zuhur eden bu “arzu ve istekler”in yönlendirmesiyle, irademizi kullandığımız hâlde: “İçimde doğan bu ‘isteme’ ve ‘istememe’lere uyarak, özgür irademle bu tercihlerde bulunuyorum” yanılsama ve ilüzyonu yaşıyor olabilirdik!
Elhasıl: Rabbimiz evreni, ister “mutlak” Determinist âdet ve isterse “gayri mutlak” (izafî) Determinist âdet ve sünnetine göre yönetsin; her durumda, “nedenler”in, ayartma ve zorlama, itme ve çekme te’sirlerinden; irademizin, tek korunma ve çıkış yolu: Gene Rabbimiz’in Mutlak Özgür İradesi!
Demek ki: Benim “Özgür İradem”in garantör ve muhafızı, gene Rabbimiz’in “Mutlak İradesi!” Demek ki: O’nun “Mutlak İradesi”, benim irademin varlık ve özgürlüğünü yoketmiyor; bilâkis mümkün kılıyor. Yani: İrademin varlık ve hürriyetini, gene O’nun Mutlak İradesi sağlıyor!
Demek ki: O’nun Sonsuz İradesi, ontolojik olarak, başka bir özgür iradeye mâni ve engel değil. O’nun iradesinin mutlaklığı, benim irademi sıfırlamıyor ve sınırlamıyor. Yani: İradem; O’nun iradesine rağmen değil, O’nun iradesi sayesinde, var ve özgürce kullanabiliyorum. Yani: İrade ve ihtiyarımı etkileyebilecek tüm sebeplerin etkisinden korunmak ve kurtulmak ve böylece, hiçbir baskı ve zorunluluk altında kalmadan; özgürce irademi kullanabilmek için, gene O’nun iradesine muhtacım.
Demek ki: Varlık ve devamımda ve her düşünce ve niyet ve hareketimde, “Es Samed” (herşey, her şeyinde, her ân devamlı O’na muhtaç; O hiçbirşeye muhtaç değil) olan Rabbim’e muhtaç ve bağımlı olduğum gibi; irademin “varlık ve özgürlüğü” için de, gene O’na muhtacım. Yani: İrademin, hareket ve / veya hareketsizliğinde de; gene O’nun irade ve kudretine (ve ilmine) muhtaç ve mecbur ve bağlıyım.