İnsan ve Kainat

Dünyaya bilimin penceresinden bakın

Yazının başlığı, Jean M. Twenge tarafından kaleme alınan ve Kaknüs yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan, günümüz gençliğinin özelliklerini ve karşılaştığı sorunları anlatan kitabın da adıdır aynı zamanda.

Bugünün gençleri niçin bu kadar özgüven sahibi ve iddialı? Bir o kadar da depresif ve kaygılı.

Nezih Türkoğlu

Günümüze kadar ülkemizde değişik inanç ve ideoloji mensupları kendilerine göre farklı nesiller yetiştirme ideali oluşturmaya çalıştılar. Sözgelimi Asım’ın Nesli, Altın Nesil, İmam Hatip Nesli, Milli Gençlik, Ülkücü Gençlik, Nizam-ı Alem… vb. Özellikle son çeyrek yüzyılda bu tanımlamaların daha az kullanıldığı söylenebilir. Bunun birçok nedeni olabilir. İktidar sözcülerinin kullandığı “Ak Gençlik” ise pek de çağrışımı olmayan, içi boş, kuru ve kendinden başka bir şeyi çağrıştırmayan bir göstergedir. Son zamanlarda daha ziyade karşılaştığımız söylem ise “zamane gençlik” ya da “günümüz gençliği” şeklindedir. Aslında bir anlamda yanlış da değil bu tanımla. Çünkü her genç doğum büyüdüğü zamanın ruhunu taşımaktadır. İşte Twenge, 1970 ile 1990 yılları arasında doğan gençlerin halet-i ruhiyeleri üzerinde, kendisinden önce yapılan araştırmalarla kendisinin gerçekleştirdiği istatistik çalışmaları karşılaştırarak elde ettiği netice üzerine, bu dönemin insanını “Ben Nesli” olarak tanımlıyor.

9106174148658 “BEN NESLİ”

Kitabın önsözünü yazan Prof. Dr. Mustafa Merter bu zaman kesitinin özelliğini aynen şu ifadelerle açıklamaktadır: “ABD’den başlayarak, tüm dünyaya yayılan, tarihte eşi benzeri görülmemiş, kitlesel bir yozlaşma süreci ile karşı karşıyayız. Geleceğin teminatı olan genç nesil şaşırtıcı bir hızla dengesini kaybediyor, ciddi manada ruh sağlığını yitiriyor… Sadece gelişmiş Batı ülkelerinde değil, bütün dünyada genç nesil, Amerikan medeniyetinin etkisine maruz kaldığı oranda, atalarından ve ailelerinden gelen ahlaki değerlere karşı çıkıp isyan edecek…” Bu ifadeler günümüz neslinin nasıl bir tehdit altında olduğunu acı bir biçimde vurgularken geleceğimizi daha ciddi bir biçimde düşünmemiz gerektiği hususunda bizleri ikaz etmektedir.

Kuşkusuz küresel bir kuşatma altındayız. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, okuduğumuz, izlediğimiz bize ait olan her şey tehdit altında. Gıda güvenliğimizi düşündüğümüz, tartıştığımız kadar kültürümüzün, milli ve manevi değerlerimizin güvenliğini de gündemimize almalıyız. Ülkemizde en çok okunan kitaplar, dinlenilen müzikler, izlenilen filmler, yenilen yemekler, tüketilen çikolata ve içecekleri bir an olsa birazcık düşünüp değerlendirebilsek. Maalesef gerek teknoloji bağımlılığı ve gerekse bize sunulan yaşam biçimi ve kültür ürünleri buna müsaade etmemektedir. Bunlar yetmezmiş gibi bir de siyasal söylem ve
gündemlerin bütün zamanımızı işgal etmesi ve her birimizin adeta siyasetin bağımlısı haline
gelmemiz tefekkür edebilme imkan ve kabiliyetimizi daha da zayıflatmaktadır. Oysa bizim
inancımız ve kitabımız Kur’an-ı Kerim sürekli “düşünüp akletmez misiniz” cümleleriyle bizleri
uyarmaktadır. Neyse sözü uzatmadan tekrar kitaba dönelim.

Twenge “Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, yaşayacağınız kültürü doğduğunuz zaman belirler. Bu kültürün içinde dünya olayları, sosyal eğilimler, ekonomik gerçekler, davranış kuralları ve hayata bakış açısının yanı sıra pop kültürünün iniş çıkışları da vardır. Bugünün gençleri bu kültürü yaşıyor ve bireysellik dilini ana dilleriymiş gibi konuşuyorlar” diyerek bir anlamda sorumluluğun en büyük kısmını günümüzün şartlarını hazırlayan bir önceki nesle atmaktadır. Çok da haksız değil. Ancak insanın bulunduğu ortamı değiştirebilmek için gerekli aklı ve fiziki güce sahip olduğunu da unutmamak gerekir. Önemli olan bu kabiliyetin şuurunda olmaktır. Twenge bu konuda iyimser olmadığını şu ifadelerle dile getirmektedir: “Her doğan nesil bulduğu ortamın ve değerlerin ürünüdür. Çocuklar kendileri doğmadan sahnede yerini
alan bir kültürün ürünüdür. Gençlerden geçmiş nesillerin kişilik tarzlarını ve davranış biçimlerini benimsemelerini istemek, yetişkin bir Amerikalıya, ‘Çinli ol’ demek gibidir. Yaşlı bir köpeğe yeni numaralar öğretemezsiniz.”

images?q=tbn:ANd9GcSa1PBsbVfkQhVjdULwhj2qpadknny2we1fxK8Sn-2tj0jBckQw “BEN NESLİ”

Sorulması gereken soru, “Küresel ve kitlesel yozlaşma fırtınasına teslim mi olacağız ya da kendi değerlerimizle ayakta kalma mücadelesini vereceğiz?”dir. Aslında bu soruyu çok önceden sormuş ve gerekli adımları atmış olmamız gerekirdi. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, iktidarları süresince kültür ve eğitimde istedikleri başarıyı elde edemediklerini vurgulaması, bu yıkıcı fırtınaya karşı bir meydan okuma iradesini açıklamakla birlikte, aynı zamanda gerekli başarıyı elde edememenin verdiği ıstırabın acı bir itirafıydı.

Ben Nesli için “Birey ön planda geliyor. Üniversiteye gitmek, çok para kazanmak, kendinden memnun olmak her zaman en önemli şey… Bu zaman dilimi umudun yükseklerde uçtuğu, gerçekliğin ise ezip geçtiği bir zaman dilimi… Bizi mutlu eden şeyin peşinde gidebilmemiz ve özgürlüğün tadını çıkartmamız bu akımın iyi tarafı. Ancak yüksek beklentilerimiz bizi kendi sorunlarımız yüzünden başkalarını suçladığımız, endişe ve depresyon içinde boğulduğumuz, rekabetçi dünyanın karanlık tarafına itiyor…” Twenge’ye göre Amerikan bireyciliği, dünyanın her köşesinde yayılıyor. Dünyadaki birçok ülkede çocuklar Amerikan kültürüne maruz kaldıkları sürece, ailenin her şeyden önce geldiği fikrine isyan etmeye başlayacaklar.

1924 de ABD’nin Muncie kasabasında yapılan bir araştırmada aileler çocuklarının inançlı, itaatkar ve iyi huylu olmalarını arzu ettiklerini belirtiyordu. Oysa 1988’de aynı kasabada yapılan araştırmada çok az sayıda anne çocuklarında bu özellikleri istiyordu. Onun yerine bağımsız ve hoşgörülü olmalarını arzu ettiklerini ifade ediyorlardı.

Ben Nesli “istediğini yap” anlayışına sahiptir. Onaylanmaya ve toplum kurallarına uymaya ihtiyaç duymamaktadır. Bu nesil kendi özelliğini özgürlük ve açık fikirlilik kavramlarıyla tanımlamaktadır… Günümüz gençlerine “Kim ne derse desin hemen yapma, mutlaka onu sorgula ve neden diye sorması” öğretiliyor.

Ben Nesli kendine odaklanmaktadır. Kendileri için en iyisini yapmayı ve mutlu olmayı tercih etmektedir. Oysa gençlere ideal, hedef, başarı, kişilik sahibi olma ve topluma uyum sağlama gibi değerler öğretilmelidir.

Çocuklara kuru kuruya öz saygıyı öğretmek yerine, becerileri geliştirerek ve bir şeyleri başararak özsaygı geliştirmelerini sağlamak daha yararlıdır. Ben Nesli’ne, istediği her şey olabileceği, her şeyi elde edebileceği ve hiçbir şeyin imkansız olmadığı anlayışı pompalanıyor; oysa gerçekler çok acı. Çünkü çocukların en nihayetinde istedikleri olmazsa depresyona girmesi kaçınılmazdır.

Ben Nesli’nin çocukları bir gün ünlü olmayı hedefliyor. Çünkü onlara herkesin ömründe kısa süreliğine de olsa ünlü olacağı söylenmişti. Dolayısıyla çocuklar eninde sonunda ünlü bir film yıldızı, şöhretli bir sporcu veya zengin bir kimse olacağını hayal ederek büyüyor. Bu nesle başkalarını sevmeden önce kendisini sevmesi tavsiye ediliyor. Dolayısıyla bu gençler öncelikle işe dış görünüşlerinden başlıyor. En güzel görünen, kendisine anlam katan elbiseleri, markaları tercih ediyor. Hatta bu da yetmiyor vücudunda estetik yaptırma zorunluluğu hissediyor. Burnunu kırdırıp yeniden yaptırıyor, yüzünü gerdiriyor, botoks yaptırıyor, göğüslerini küçültüyor, dövme, piercing yaptırıyor… vs. Neticede kıyafet artık vücudu örten, insanların rahat ettiği eşyalar olmaktan çoktan çıkmış durumda.

Ben Nesli aynı zamanda gergin, yalnız ve yoğun depresyon yaşayan bir nesildir. Bu kadar nimet, bolluk ve varlık içinde olup da bu denli gerginlik yaşayan bir nesil hiçbir zaman olmadı. Oysa bu gençliğin daha mutlu olması gerekmez miydi? Maalesef değil. Her gün uyuşturucuya müptela olan, intihar eden insanların sayısı artmaktadır. Amerika’da 18 dakikada bir kişinin intihar ettiği belirtiliyor. Ben Nesli daha maddi imkanlara sahip, daha iyi eğitim ve sağlık imkanlarına sahip. Ancak temel insanı değerlerden yoksun yetişiyor. İstikralı ilişkiler, toplum bilinci, güven duygusu, yetişkinliğe ve iş hayatına sağlıklı geçiş… vs. den yoksunlar.

Büyüklerimizin televizyonları ve internetleri yoktu ama yalnız değillerdi. Kuşkusuz teknoloji hayatı kolaylaştırıyor ama mutlu etmeyebiliyor. Ben Nesli genellikle “Denemenin faydası yok” inancına sahiptir. Siyasete, protesto gösterilerine ve oy kullanmaya ilgileri giderek azalmaktadır. Ayrıca bireysel sorumluluğa, çok çalışmanın yararlarına ve fedakarlığa olan inançları azalmaktadır.

Ben Nesli tüm nesillerden daha çok özsaygıya sahip, ancak aynı zamanda en çok depresyon da bu nesilde var. Çok daha özgür ve eşit olmalarına rağmen hayata çok daha olumsuz bakıyorlar. Rüyalarının peşinden koşmak istiyorlar ama endişelerinden kurtulamıyorlar.

Ben Nesli çocukken bulmayı beklediğinden çok daha farklı bir dünya ile karşılaştı. Gençliğimizin mesajları her zaman çok iyimserdi. Yetişkin olunca yüksek beklenti kabarcıkları bir bir patlıyor.

Aslında önceki nesillerin de benzer sorunları vardı ama onlara hep mücadele etmeleri öğretilmişti. Oysa bu nesil kıtlık zamanı bolluk istemeye alıştırıldı. Umutlar ve gerçekler arasındaki büyük boşluk uçsuz bucaksız bir hayal kırıklığı uçurumuna dönüştü. Bu neslin mensubu erişkinliğe ulaştıkça, yüksek beklentileri ve modern dünyanın acı gerçekleri birbiriyle çarpışacak. Gençler seçtikleri mesleği yapamadıkça, hayallerindeki evi alamadıkça hayal kırıklığı yaşayacak. Bütün bunlar endişe depresyon ve şikayete yol açacaktır.

Çocuklarına istediği her şeyi olabilecek ve elde edebileceklerini aşılayan eski nesillerin aslında çocuklarından canavar yarattıklarını bilmeliler. Dahası bu gençler her şey olabileceklerine inandırıldıkları için ne olacaklarına bir türlü karar verememektedirler.

Bu nesli işverenler de iyi gözlemlemeli ve anlamalıdır. Çünkü bu gençler bir an evvel işlerinde terfi etmeyi ve tatmin olmayı arzulamaktadır. Sürekli övülmeyi ve takdir edilmeyi beklerler çünkü hep övgülerle büyütüldüler. Başka şekilde bu kişileri çalıştırabilmek kolay değildir. Ayrıca bu nesil için çok çalışmak bir erdem değildir ve de sorumluluk duygusuyla motive edilemezler.

Bu gençler dinleyerek değil yaşayarak öğrenmeye meyillidir. Sınıflarda uzun süre tek yönlü, öğretmeye dayalı bir ders anlatım tekniğine sabredecek halleri yoktur. Çünkü bunlar internet ve teknoloji ortamında büyüdüler. Derslerde teknoloji eşliğinde yaparak öğretme, göstererek öğretme gibi teknikler kullanılırsa derse ilgi gösterirler.

Bugünün gençleri sıkı mesai yerine esnek çalışma programlarını ve bağımsız olmayı çok tercih etmektedir. Hatta işlerine gündelik kıyafetleriyle gitmeyi sevmektedir. Bu tercihlerine saygı gösterilmesini beklerler ve kendilerine herhangi bir kural şart koşulmasına tepki gösterirler. Eleştiriye açık olmadıkları için tercihleri konusunda tartışmaya girmeyi arzu etmezler. Alacakları maaş kendileri için çok önemlidir.

Ne yazık ki öz saygı hareketi, psikolojisi düzgün ve mutlu çocuklar yetiştirmek yerine küçük bir narsist çocuk ordusu yarattı. Narsizm saldırganlık ve diğerleriyle zayıf ilişkiler kurmayla ilişkili olan kötü bir kişilik özelliğidir. Özsaygı çocukların yüksek not almalarını ya da iyi bir insan olmalarını sağlamıyor. Daha kötüsü çocukları benmerkezci yaptığı için aslında onlara zarar veriyor. Hiçbir sebep yokken yapılan övgü şişirilmiş bir egodan başka bir şey yaratmaz.

Okulların amacı çocuklara bir şeyler öğretmektir, kendilerini sürekli iyi hissetmelerini sağlamak değil. Bazı öğretmenler çocukların özsaygıları incinmesin diye hatalarını düzeltmemektedirler. Bu son derece yanlıştır, çünkü çocuklar hataları düzeltilirse öğrenirler.

İstediğin her şey olabilirsin, hayallerinden vazgeçmemelisin ifadeleri yanlıştır. Çünkü herkes her istediği işte başarılı olmayabilir. Çocuklar istediği işi seçebilir ama onu seviyor ve o yönde bir yeteneği varsa. Yoksa hayal kırıklığına uğrayabilir. İnsan doktor olmak isteyebilir ama üniversite sınavından gerekli puanı alamayınca hayal kırıklığı yaşayabilir.

Diğerlerini sevmeden önce kendini sevmelisin sözü de terk edilmelidir. Çünkü başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olan insanlar daha mutlular, daha iyi durumdalar ve kendilerine daha çok saygı duyuyorlar. Çocuklara iyi huylar edinmesi öğretilmeli, iyi davranışlar için ödüllendirilmelidirler.  Ayrıca çocuklara her şeyi verme yerine onları önemli hedefler için çalışmanın önemi telkin edilmelidir.

Aile büyükleri hemen çocuğun tarafında olmamalı, çocuk yanlış bir iş yapacaksa ona karşı durmalı ve taviz vermemelidir. Çocukların şiddet içerikli mesajlara maruz kalmasının önüne geçmeli; sürekli TV ve internette bu gibi filmler izletmek yerine onlara aktiviteler yaptırmalıdırlar.

Gençler aşırı düşünmekten kaçınmalıdır. Çünkü bu tür tutum ve davranışlar onları depresyona sürükleyebilir. Başkalarıyla yüklerini paylaşmalı ve gündemlerini değiştirmeye çaba harcamalıdırlar. Ayrıca sosyal ilişkilere önem vermelidirler. Gençler arkadaş ve ailelileriyle daha çok zaman harcarsa daha çok mutlu olacaklarını unutmamalıdır.

Netice olarak gençler her şey olabileceğine inanıp ne olacağına karar verememek yerine gerçekçi beklentiler geliştirmelidir. Devletimizin politikalarını belirleyenler mutlaka bu neslin bu ve benzeri özelliklerini iyi analiz ederek yeni eğitim, kültür ve sanat politikaları uygulamalı, sosyal mekânlar
tasarlamalı, değişik destek programları geliştirmelidir.

Share this content:

About The Author